ANAP GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

(20 TEMMUZ 1999)

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 20 Temmuz, 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatının 25 inci yıldönümüdür. Kıbrıs meselesinin çok önemli bir noktaya geldiği, uluslar arası platformlarda yeni bir aşamaya geldiği böyle bir noktada, bu yıldönümü, ayrı bir önem taşıyor.

Geçen hafta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ın da katılımıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Kıbrıs meselesiyle ilgili özel bir oturum yapması ve bu oturum sonunda ortak iradesiyle bir karar yayınlaması, büyük anlam taşımaktadır. Bu vesileyle, Kıbrıs meselesinde bazen, bazılarımızın unuttuğu, göz ardı ettiğimiz bir gerçeğin bir defa daha altını çizmek durumundayım.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs meselesi, sadece Türkiye için sadece Kıbrıs'tan ibaret bir mesele değildir, önemi sadece Kıbrıs'la ölçülebilecek bir mesele değildir. O gün Mecliste yaptığım konuşmada da ifade ettiğim gibi, Kıbrıs meselesi, aslında, Türkiye'nin kendi haklarına sahip çıkma iradesinin uluslar arası alanda sınandığı, ölçüldüğü bir zemindir. Çünkü Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk defa olarak, Misak-ı Milli dışında, kendi haklarını, Misak-ı Milli dışında yaşayan soydaşlarının haklarını koruma konusunda, onlara sahip çıkma konusunda bundan 25 yıl önce bugün, Kıbrıs Barış Harekatıyla aktif olarak bir irade ortaya koymuştur ve 25 yıldan ben de, bunun arkasında durmuştur.

Hiç şüpheniz olmasın ki, eğer o müdahalemiz haksız olsaydı, 25 sene, Türk diplomasisinin, Türk Devletinin bu noktada kalabilmesi mümkün değildi. Hele, uluslar arası camianın, artık haksızlıklara karşı ortak irade koyabildiği, aktif güç kullanabildiği günümüz ortamında, bu meseleyi, bu davayı uluslar arası planda savunabilmemiz mümkün değildi.

Kıbrıs meselesinde çok güçlüklerimiz vardır. Önümüzdeki dönemde de bu güçlükler devam edecektir. Türk Devleti, bütün dünyaya karşı, Kıbrıs'taki haklılığını anlatmakta güçlüklerle karşı karşıyadır; ama, emin olmamız gerekir ki, inanmamız gerekir ki, eğer kendi haklılığınızdan şüpheye düşmediğimiz takdirde, haklı tezimizin arkasında sağlam durduğumuz takdirde eninde sonunda Türkiye'nin haklılığı, uluslar arası planda da tescil edilecektir.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, ülkenin ve milletin menfaatlerinin gerektirdiği her durumda fedakarlık yapmaktan, sorunların üzerine cesaretle gitmekten çekinmeyen bir parti olmuştur. Ülkemizde, demokrasi nutku çekenler boldur. Bunlara ben, tatlı su demokratları diyorum. Ama, bunların çoğu, zoru görünce hemen çark ederler; hatta, günü geldiğinde demokrasinin katledilmesine de göz yumarlar, hatta alkış tutarlar. Gerçek anlamda demokratsanız, o zaman demokrat olmanın bedelini de ödemeyi göze almak zorundasınız. Biz, Anavatan Partisi olarak, bu bedeli devamlı ödedik, ödemeye de devam edeceğiz.

İçinde bulunduğumuz dönemde, biraz önce konuşan arkadaşlarımızın da dile getirdikleri gibi, yeniden, Anavatan Partisinin bir hedef haline getirilme gayretlerine şahit oluyoruz. İki hafta önce, evvela borsa spekülasyonu, beni ilgilendiren borsa spekülasyonu iddialarıyla başlayan ve ekonomiden sorumlu Bakan arkadaşımızın intihar girişimiyle irtibatlandırılma çabalarıyla suren çirkin iddialar, aslında beni olduğu kadar Partimizi yıpratmaya yönelikti. Bakın, iki hafta sonra bu iddiaları artık dile getiren kalmadı. Hatta, bunu ilk defa yazan yazar, köşesinde özür diledi, ben yanlış yapmışım dedi. Ama, iki gün boyunca, Türkiye'nin bütün gazeteleri, bu iddiaları manşetlerinden verdiler. O özür dilemeyle, Apo'nun özür dilemesi arasında ne fark var? (Alkışlar) Şimdi de, bugünlerde, birtakım atamalar bahane edilerek, özelleştirmeye tabi kurumlara yapılan, onların yönetim kurullarına yapılan atamalar bahane edilerek, aslında birtakım tartışmalar yaratılmaya çalışılmakta ve bu tartışmalar da ayni amaç için kullanılmaktadır.

Burada göz ardı edilen husus şudur: Hiç kimse, yapılan atamaların yasal olmadığını söyleyememektedir, mutad olmadığını da söyleyememektedir. Her dönemde hangi usulle yapılmışsa, hangi kriterle yapılmışsa, bugün de aynı kriterle yapılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, özelleştirmeye tabi olan kurumların -bunların bugün sayısı 50'yi aşmıştır- yönetim kurullarına, ta Özelleştirme İdaresi kurulduğundan beri, Türkiye'de ilk özelleştirme uygulaması başladığından beri, sorumlu iktidarlar tarafından atama yapılmaktadır. Buradaki kriter, bazılarının zannettiği gibi ihtisas falan değildir. Sadece, idari tecrübedir. Buraya atanan kişiler sorumsuz da değildir. Buraya atanan her kişinin kişisel sorumluluğu vardır, onu oraya atayan kişilerin de siyasi sorumluluğu vardır. Bizim, ilgili bakan arkadaşımızın siyasi sorumluluğu vardır.

Yine, kamuoyunun yanıltılmaya çalışıldığı diğer bir husus şudur: Buralar arpalık falan değildir. Buralara atanan arkadaşlarımız, ayda 90 milyon lira civarında ücret alırlar. Yani, milletvekilliği tazminatından düşük maaş alırlar. O maaş yüzünden de milletvekilliği tazminatından vazgeçmek zorundadırlar. Maddi olarak bir kazançları değil, kayıpları söz konusudur. Bunları eleştirenler, bu atamaları eleştirenler, bir şablon ortaya koymak zorundadırlar. Bu kurumları kimlere emanet edeceğiz; altı ay sonra, bir sene sonra, iki sene sonra özelleştireceğimiz, o maksatla zaten özelleştirme kapsamına aldığımız, yani bunlara bedel ödeyecek olan kurumlara satacağımız bu kuruluşları kimlere emanet edeceğiz, bunların yönetimine kimleri getireceğiz? Bu şablon ortada yoktur.

Eleştiriler, aslında, demin dediğim gibi, bizi yıpratmaya yöneliktir. Önce beni, sonra Anavatan Partisini. Ama, dikkat edin, orada kalmıyor, siyaset kurumunu yıpratmaya yöneliktir. Ama, bu eleştirileri yapanlar şunu bilmemektedirler ki, bu yalan haberlerle, bu uydurma haberlerle, bu mesnetsiz suçlamalarla yıprattıkları insanlar, sadece bu gün siyasi sıfatını taşıyan ben, sizler falan değilsiniz. Bunlar, aslında tümüyle rejimi yıpratmaktadırlar, demokrasiyi yıpratmaktadırlar.

Değerli arkadaşlarım, merhum Cumhurbaşkanımız ve kurucu Genel Başkanımıza yönelik suikastla ilgili olarak çok çirkin bir tavırla ortaya atılan iddialar da, aslında ayni yönde değerlendirilmelidir Orada, kurucu Genel Başkanımıza iftira edilmek suretiyle, aslında Anavatan Partisi yıpratılmak istenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı hakkında, merhum Cumhurbaşkanımız hakkında, üstelik gazete manşetinde yalan diye, dolaylı bir duyuma dayanarak, hiç teyit etmeden, hiç araştırmadan böyle bir iddianın ortaya atılabilmesi, sadece o gazete adına değil, aslında Türk basını adına bir bühtandır.

Ama, bizim burada yapmamız gereken, bütün bu söylediğim zincirin nedenlerini bir kere doğru teşhis etmektir. Bu kadar yalan niye söylenir, insanlara bu kadar iftira niye atılır, bundan ne amaç güdülür? Bunu yapanlar, geri zekalı insanlar değil. Kendilerine göre süper zekalı insanlar. Butun bunlarla varmak istedikleri bir şey var, ulaşmak istedikleri bir hedef var, bunu iyi teşhis etmemiz lazım.

Hatırlayacağınız gibi, 55 inci Hükümetin düşürülmesi sürecinde de, farklı malzemeler kullanılarak, yine Partimizi yıpratma çabalarına şahit olmuştuk. Maalesef, o gayretler, o dönemde başarılı olmuştur, 55 inci Hükümetin düşmesi sonucunu getirmiştir. Aslında, Anavatan Partisinin önünü kesmek uğruna, ülkeye zaman kaybettiren, güç kaybettiren, hız kaybettiren bu güçler, bugün de aynı oyunların içindedirler. Beni üzen, iyi niyetlerinden şüphe duymadığım bazı çevrelerin de, bilinçsiz de olsa, bilmeden de olsa bu oyuna alet olmalarıdır.

Siyaseti, halkın tercihleri doğrultusunda değil de birtakım başka araçlarla biçimlendirme gayretlerinin en büyük hedefinin, o~nündeki en büyük hedefin Anavatan Partisi olmasını da, hiç kimse yadırgamamalıdır. Çünkü, Anavatan Partisi, demokrat kimliğiyle, toplum ve siyaset mühendisliği peşinde koşanların önündeki en önemli engeldir.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, yıllardan ben, olur olmaz gerekçelerle, doğru yanlış ayırt edilmeden, yalan haberlerle sürekli ve adeta kademeli bir kampanya planı dahilinde saldırıya maruzdur. Zannediyorum ki, Türkiye'de, şimdiye kadar hiçbir siyasi parti, bu kadar saldırıya uğramamıştır. Peki, nedir bu saldırıların sebebi? Bu saldırıların sebebini, zannediyorum Türkiye'nin genel siyasi gelişimi içinde aramamız lazım. Anavatan Partisi, Türkiye'nin modernleşmesinde bir dönüm noktasıdır. Anavatan Partisi olarak biz, Türk modernleşmesini, olması gereken çizgiye çekmiş olan partiyiz, yanlışın yerine doğruyu yerleştiren partiyiz. Hürriyetçi gelenekten güç alarak, tepeden inmecilik yerine demokratlığı, ideolojik modernleşme yerine gerçek sosyal ve fiziki modernleşmeyi yeniden Türkiye'ye hakim kılan partiyiz. Biz, Türkiye'nin modernleşme tarihinde, 200 yıldan ben devam eden yanlışla, hatayla uzlaşmadık, modernleşmeyi hakiki manada ve milleti daha etkin hale getirerek devam ettirmeyi, asil hedefine vardırmayı amaçladık. Yani biz, bir yandan Türkiye daha modern olacaktır, Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalayacaktır, ama bunu yaparken de, ayni zamanda, milli hakimiyet prensibini de hayata geçirecektir iddiasıyla yola çıktık. Partimizin kuruluşunda, millet devlet için değil, devlet millet için vardır sloganımızın altında yatan buydu.

Değerli arkadaşlarım, modernleşme dediğiniz hadise, çağdaşlaşma dediğiniz hadise, Atatürk'ün bize hedef gösterdiği hadise ilk defa Türkiye'de yaşanmıyor. Bizden önce İngiltere'de oldu, Fransa'da oldu. Bakın bütün o ülkelerin hepsindeki gelişmelere. Hepsinde bir paralellik var. Önce modern insan ortaya çıkıyor. Özgürlüklerine sahip olan insan, haklarını kullanan insan, vatandaş dediğimiz insan. Sonra, o insan, devleti değiştiriyor, kralları deviriyor, mutlakıyeti deviriyor, monarşileri deviriyor, kendi rejimini getiriyor. Arkasından kendi düzenini getiriyor, hürriyete dayalı ekonomik düzeni getiriyor. Bu üçlü olmadığı zaman, orada gerçek demokrasiden bahsedemezsiniz. Peki, Türkiye'deki gelişmeye bakın, Türkiye'de ne olmuş? Türkiye'de, ta 1800'lerden başlayarak devleti modernize etmişiz, adliyemizi değiştirmişiz, eğitim kurumunu değiştirmişiz, orduyu değiştirmişiz, Atatürk devrimleriyle bunu en doruğuna getirmişiz. Modern devleti kurmuşuz. Sonra Anavatan gelmiş 1980'lerde, modern ekonomik düzene geçmişiz; yani, devletten sonra ekonomiyi çağdaşlaştırmışız, dünyayla bütünleşmişiz, özel girişimciliği hakim kilmişiz, ikinci ayağı da sağlamışız Ama, üçüncü ayağı bugün hala kuramamışız. Modern insanı, modern vatandaşı kuramamışız. Haklarına sahip çıkan, hürriyetlerine sahip çıkan insani getirememişiz. Modern insan olmadığı zaman, modernleşmenin tamamlanacağını hiç kimse iddia edemez. Uç haftadan ben size bu kürsüden söylemek istediğim budur. Türkiye'nin çağdaşlaşmasında eksik olan insan unsurudur. Yani, devletin önünde saygı duyacağı, haklarına sahip çıkan insan unsurudur. Devletin asıl amacının onun hürriyetlerini sağlaması gerektiği insan unsurudur. Biz, insanı, devletin önünde köle diye gönmüşüz, insan unsuru olmadan o düzenin işleyeceğini varsaymışız. 1999 yılının ortasında söylüyorum, yarin 2000' yılı geliyor. Biz, insanı yaratmadan, modern insanı yaratmadan, Türk vatandaşını her şeyin önüne koymadan, bu düzeni işletemeyiz, demokrasiyi işletemeyiz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, tekrar söylüyorum, çağdaşlaşma, modernleşme üç boyutlu bir olaydır. Birinci boyutu devletle ilgilidir, devletin kurumlarıyla ilgilidir. Ufak tefek sıkıntılarımız vardır, reorganize etmemiz gereken kurumlarımız vardır, ama, Türkiye bu aşamayı artık geçmiştir. Türkiye, modern devleti kurmuştur, Avrupalı anlamda devleti kurmuştur. Elbette ıslah edeceğimiz şeyler var, sosyal güvenlik var, vesaire var; ama, netice itibariyle, Türkiye, kurumlarını, devletini modern anlamda kurmuştur. Anavatan'ın başlattığı, sonra çiğ gibi gelişen modern ekonomiyi de kurmuştur. Ama, Türkiye, hala modern insana ulaşamamıştır, vatandaşına ulaşamamıştır. Hala, Türkiye'de, vatandaşını devletin tebaası olarak gören anlayış hakimdir. Bu anlayışı değiştirmek zorundayız. Bu anlayışı değiştirmeye ne kadar gönül verirsek, ne kadar emek verirsek, bu uğurda ne kadar uğraş verirsek, hiç şüpheniz olmasın ki, bu bize yönelik kampanyalar devam edecektir, suçlamalar devam edecektir, iftiralar devam edecektir. Çünkü, birtakım insanlar, bütün bu görüntülerin arkasında Türkiye'yi kuklaları iple yönetir gibi yönetmek istemektedirler. Milletin, vatandaşın, insanımızın kendi haklarına sahip çıkmasını bir türlü kabul edememektedirler.

Binaenaleyh, aslında bütün bu mücadele anlamsız bir mücadele değildir. Bundan 200 yıl önce başlayan, Büyük Atatürk'ün bize hedef gösterdiği mücadelenin belki de en kritik aşamasındayız. Halka rağmen halkı yönetmek isteyenlere karşı bu mücadeleyi başarıya götürmeye mecburuz; yoksa, 200 yıllık gelişmenin hedefine ulaştığını hiç kimse iddia edemez.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, şartların gereği olarak bir reform hükümeti özelliğine sahiptir. Bizim hükümetimiz döneminde, 55 inci Hükümet döneminde, bizi dışarıdan destekleyen partinin gayri samimi tutumu nedeniyle gerçekleştiremediğimiz, ama o tarihte gündeme aldığımız bütün reformlar, bu hükümetin sahip olduğu avantajlar sayesinde birer birer hayata geçirilmektedir. Bu Meclisin kuruluşundan bu yana, gerçekleştirdiği işleri bir düşünün. Evvela 57 nci Hükümetin Programını görüştük, 57 nci Hükümetin kuruluşuna onay verdik. Arkasından, 1999 yılı bütçesini görüştük, onu kabul ettik. Arkasından reform niteliğindeki Bankalar Yasası değişikliğini gerçekleştirdik. DGM'lerle ilgili Anayasa değişikliğini gerçekleştirdik. Daha önce bekleyen bir sürü kanunu çıkardık ve şimdi gündemimizde, Türkiye'nin beş yıldan, on yıldan ben gündeminde tuttuğu çok önemli reform yasaları var.

Bunlardan bir tanesi, biraz önce tekrar görüştüğümüz sosyal güvenlik yasasıdır. Burada, bütün sokaktaki gürültülerden filan uzak, arkadaşlarımızın şu hususu iyi bilmesi lazım: Bugünkü sosyal güvenlik sistemi, bugün Türkiye'de yürürlükte olan sosyal güvenlik sistemi, savunulabilecek bir sistem değildir. Sayın Bakanın söylediği gibi, devam ettirilebilecek bir sistem de değildir. Sorulması lazım gelen husus şudur: 70 - 80 milyon liralık emekli maaşı veya teknik tabiriyle yaşlılık aylığı, yirmi sene, otuz sene çalışan insanlarımıza reva mıdır, değil midir; onların emeklerinin karşılığı mıdır, değil midir? Peki, neden Türk Devleti, Türk sosyal güvenlik sistemi, uzun süre kendisine hizmet eden, prim ödeyen insanlara bu kadar düşük, komik bir maaş verir? Bunun sebebi, Türk sosyal güvenlik sisteminin aktuaryal dengesi dediğimiz, aktif - pasif çalışan oranının bozukluğundandır. Geçen toplantılarımızda da ifade ettim, Türkiye'de bugün, 1 emekliye 1,8 aktif çalışan bakmaktadır. Yani, aktif çalışanla pasif çalışanın oranı 1,8'e 1'dir. Gelişmiş ülkelerde bu oran, 4'le 7 arasındadır. Şimdi, bu reformla ne yapacağız? Aktif çalışan oranını artıracağız, eğer bu kanun geçerse, bunun getirdiği diğer uygulamalar, Sayın Bakanın söylediği diğer hususlar hayata geçirilirse, birkaç sene içerisinde 1,8'in, 3'e, 4'e çıktığını göreceksiniz. Bu ne demektir; bugün 70 milyon lira alan emekli işçinin 200 milyon lira maaş alması demektir bugünün değerleriyle, reel gelirinin üçe katlanması demektir. Emeklilere, çalışanlara bundan daha büyük hizmet olur mu? Onların refahını artırmak demektir.

Peki, bunu nasıl sağlayacağız? Hiç kimsenin karşı çıkamayacağı bir şey yapıyoruz, kayıt dışı istihdamı ortadan kaldırıyoruz. Yani, işçi çalıştırdığı halde onun sigortasını ödemeyen, onun sosyal güvenlik hakkına sahip çıkmayanların elbette itiraz edeceği; ama, yüzde yüz çalışanların lehine olan bir tedbir getiriyoruz, sadece cali~tiranlara değil, çalışanlara da getiriyoruz. Denetimi artırıyoruz, yeni denetim tedbirleri getiriyoruz. Ama, bugün, Türkiye'de 4'le 4,5 milyon arasında tahmin edilen kayıtsız işçileri kayıt altına alıyoruz. Bu ne demektir; Sosyal Sigortalar Kurumuna prim ödeyen aktif çalışanların sayısının artması demektir, aktuaryal dengenin düzelmesi demektir. Emeklilere ödeyebileceğimiz kaynakların artırılması demektir. Birinci yaptığımız hadise budur. Bu yapılmadan da, aktuaryal denge düzeltilmeden de çalışanlarımıza, emeklilerimize daha iyi bir hayat standardı sağlayabilmemiz mümkün değildir. Bu matematiki bir gerçektir. Biz bunun gereğini yapıyoruz.

Ama, ikinci bir şey daha yapıyoruz. Türkiye'de sosyal güvenlik şemsiyesinin şimdiye kadar eksik kalan çok önemli bir yönü var. Türkiye'de... Bir sosyal güvenlik sistemi, sadece kendisine prim ödeyenleri koruyan bir sistem değildir. Sosyal güvenlik sistemi, aslında, modern anlamda, çağdaş anlamda, bir toplumda çalışmayan, iş bulamayan veya işsiz kalan herkes kapsayan bir şemsiyedir. Böyle olmak zorundadır. Öbürü sadece sigorta ilişkisi olur, yani primini ödeyene sadece hizmet veriyorsa, bu bir sigorta ilişkisidir. Sosyal güvenlik, sigortadan geniş bir kavramdır. Sosyal güvenlik, iş bulamayanları, işinden olanları, işsiz kalanları, herkesi kapsayan bir kavram olmak zorundadır. İşte, bunun için Batı'da geliştirilen başka bir sigorta var, işsizlik sigortası. Batı'da uzun yıllardan ben uygulanan bir sistem. Maalesef, bizim sosyal güvenlik sistemimizin eksik kalan bir yönüdür. İlk defa onu getirmek de bu hükümete nasip oluyor, bizim Bakanımıza nasip oluyor. Onu getiriyor bu sistem.

Şimdi, inanılmaz bir şey oluyor Türkiye'de, işçilerin haklarını korumak için kurulmuş olan sendikalar, işsizlik sigortasına sahip çıkmıyorlar. Bu tasarının onlara getirdiği bu en büyük iyiliğin savunmasını yapmak bir yana, bunu küçümsüyorlar, onu hiç dikkate bile almıyorlar. Bütün dikkatlerini bir yaş meselesine dökmüşler. Bakın söylüyorum, yaş meselesinde geri gidecek bir tek adım, mesafemiz yoktur, maalesef yoktur. Ama, bu meseleyi sadece bir yaş meselesi olarak görmek, bir sosyal miyopluktur. Getirilen tasarının içerisinde yaş meselesi, sadece meselenin bir boyutudur, küçük bir boyutudur.

Burada, demin dediğim gibi, kayıt dışı, kayıtsız istihdamı önleyici çok önemli maddeler getirilmiştir. İşsizlik sigortası getirilmiştir. Tabii, kademeli uygulanacaktır, pilot illerden başlayarak Türkiye'ye yaygınlaştırılacaktır; ama, ilk defa getirilmiştir. Fon yönetimine ilişkin çok önemli tedbirler getirilmiştir. Denetimle ilgili tedbirler getirilmiştir ve bunlar burada bitmeyecektir. Meclis tatilinden sonra bunların devamının geleceğini, Sayın Bakan, biraz önce burada söyledi.

Buna karşı çıkanlar, bununla ilgili Sayın Bakanı, Partimizi, Hükümeti suçlayanlar, sosyal güvenlik sisteminin nasıl düzeleceği konusunda hiçbir öneri getirememektedir. Hiç kimse, çökmüş olan, -şu veya bu nedenle çökmüş olan- bu sistemin nasıl ayağa kaldırılabileceği konusunda hiçbir öneri getirememektedir.

Değerli arkadaşlarım, bazen siyasette toplumun yararı için, toplumun iyiliği için, insanların hayrı için insanların büyük kısmını karşınıza almanız gerekebilir; bu, siyasetin garabetlerinden birisidir. Şimdi, böyle bir dönemden geçiyoruz. Eğer geçmişte, son on yılda, son yirmi yılda, son otuz yılda, bugün bizim yaptığımız, Yaşar Okuyan arkadaşımın yaptığı yürekliliği siyasiler gösterseydi bugün bu noktada olmazdık. Ama, yarinki nesillerin bugünkünden çok daha feci duruma düşmemesi için, bugün bunu göstermek zorundayız, bunun bedeli varsa ödemek zorundayız. Ben, bedeli olduğuna filan inanmıyorum. Siyaset, soluklu bir iştir, göreceksiniz, iki sene sonra, üç sene sonra, sosyal güvenlik sistemi insanlara somut faydalarını sağlamaya başladığı zaman, bugün eleştirilen insanlar yarın itibar kazanacaktır.

Gecen hafta Cuma günü, koalisyon ortağı partilerin genel başkanları olarak tekrar bir araya geldik. Meclisin önümüzdeki gündemini görüştük, tahkimle ilgili Anayasa değişikliğini son şekline getirdik. Geçen hafta size Sayın Başbakanla yaptığım görüşmede, bütün Anayasa değişikliklerinin tek bir paket halinde Meclise sunulması konusunda mutabık kaldığımızı ifade etmiştim. Ama, Cuma günkü görüşmemizde, Milliyetçi Hareket Partisi, hakli olarak 83 ve 100 üncü maddelerle ilgili Anayasa değişikliğini kendilerinin de incelemesi gerektiğini ifade ettiler, bu nedenle paketi ikiye ayırmak gerekti. Şimdi, 47, 125 ve 155 inci maddeleri içeren Anayasa değişikliği teklifi, sanıyorum dün, bugün sizlerin imzasına sunulmuş, açılmıştır, Meclis Başkanlığı'na bugün sunulacaktır, bugün öğlen sunulacaktır. Anayasa Komisyonumuzda bu hafta sanıyorum görüşülecek, önümüzdeki hafta da Meclis Genel Kuruluna inecektir. Bu Anayasa değişikliği, daha önce de defalarca burada konu~tuk, Sayın Enerji Bakanımız, Başbakan Yardımcımız da bilgi verdi, Türkiye'nin önünü açacak, Türkiye'ye gelecek dış sermayenin önünü açacak olan çok önemli bir değişikliktir. Sanıyorum Mecliste bir genel mutabakatla kabul edilecektir. Belki Türkiye'nin ekonomik kalkınmasındaki en önemli adımlardan, en önemli reformlardan birisidir. Birinci çıkarmayı hedeflediğimiz değişiklik veya kanun budur.

İkincisi, Sosyal Güvenlik Yasası'dır. Şu anda Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu'ndan geçmiş, zannediyorum Plan ve Bütçe Komisyonu'nda bu hafta görüşülecek. önümüzdeki hafta o da Genel Kuruldadır.

Üçüncüsü, daha önce burada size ifade edilen, İçişleri Komisyonu'ndan geçen, bu hafta da Adalet Komisyonu'ndan geçecek olan örgütlü suçlarla mücadele amaçlı yasadır. O da gelecek hafta Genel Kurula gelecektir, üçüncüsü odur.

Dördüncüsü, Maliye Bakanımızın son hazırlıklarını yürüttüğü Vergi Yasası değişikliği tasarısıdır. Bu hafta Hükümette ele alınacaktır, önümüzdeki hafta Meclise gelecektir. Onu da mutlaka tatile girmeden gerçekleştirmek zorundayız. O hususta Sayın Bakanla geçen hafta bir metin üzerinde mutabık kaldık, bu hafta da diğer koalisyon ortaklarımızla aynı metni müzakere edecek.

Nihayet, son olarak, Gümrük Yasası var, alt komisyondan geçti, Şimdi Plan ve Bütçe Komisyonu'nda bu hafta sonuçlanırsa, daha önce dediğim gibi 250 maddelik bir yasadır, onun için, İç Tüzüğün 91 inci maddesindeki kolaylıktan yararlanarak tümü sadece Genel Kurulda görüşülecektir. Bunun için partiler arası bir mutabakat gerekmektedir. Zannediyorum o mutabakat da sağlanabilecektir.

Bunlara ilaveten, yetiştirebilirsek, bir de SPK Yasası vardır, Sermaye Piyasası Yasası'ndaki değişiklik vardır. Çevre Komisyonu'ndaki Hayvanları Koruma Yasası da bunlara ilave olacak.

Mutabık kaldığımız başka bir husus şudur. Bugün 20 Temmuz'dur. 20 Temmuz'dan itibaren, bir ay, yani 20 Ağustos'ta, yani Ağustos'un üçüncü haftasının sonunda veya bugünden itibaren 4 Meclis haftası sonunda bu yasaları çıkarmayı hedefliyoruz. Bu yasaları çıkardığımız takdirde, 20 Ağustos'ta Meclis tatile girecektir, 1 Ekim'e kadar tatile girecektir. Eğer Meclis, daha hızlı bir çalışma gerçekleştirir de, bu takvimi daha erken gerçekleştirirse, daha erken tatile girilebilecektir. Ama, her halükârda, bu yasalar çıkmadan, bu Anayasa değişikliği olmadan Meclis tatile girmeyecektir.

Bu hafta, Mecliste, bugün Danışma Kurulunda mutabakat sağlanamayan, biraz sonra Genel Kurulda oylanacak olan öneriye göre, 10 tane yasa görüşülecektir. Bu 10 yasa içerisinde bir tanesini dikkatinize getirmek istiyorum. Çünkü, başta söylediğim bizim devlet anlayışımıza, bizim siyaset anlayışımıza ölçü oluşturabilecek bir tasarıdır. Biliyorsunuz, biz, 1997 yılında hükümete geldikten sonra, Meclisten ilk olarak sekiz yıllık zorunlu eğitim yasasını geçirdik. O yasanın aslında irticayla mücadele yasası olarak kamuoyuna takdim edilmesi, fevkalade yanlıştır. O yasa, Türkiye'de eğitimde reform niteliği taşıyan bir yasadır. Çocuklarımıza sekiz yıllık çağdaş eğitimi vermeyi hedefleyen bir yasal düzenlemeydi. O yasayı Meclise getirdiğimiz zaman, içine bir madde koyduk, dedik ki, ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetiminde verilen din eğitimini, Kur'an kurslarını engellememek için, 5 inci sınıfı bitiren çocuklara eğitim vermek üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, yaz tatillerinde Kur'an kursları açılabilir. Karşımızda, bir garip ittifak oluştu, Cumhuriyet Halk Partisi, Refah Partisi, Doğru Yol Partisi birleştiler, bu maddeyi reddettiler, bu maddeyi kanundan çıkardılar. Bu Hükümet kurulurken, Anavatan Partisi olarak biz tekrar gündeme getirdik, koalisyon protokolüne koyduk. Şimdi, ayni düzenlemeyi getiriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bizim milletimiz, inançlarına bağlı bir millettir, dinine saygılı bir millettir, dine çok önem veren bir millettir. Başkalarının da bu inancına saygı göstermesini bekleyen bir millettir. Bundan dolayı da, vatandaşımız, din eğitimine büyük önem vermektedir. Çocuklarının, dini, doğru olarak, devletin denetiminde -devletin denetiminden vatandaşın bir şikayeti yoktur- öğretmeyi hedeflemektedir. Aslında, şikayet ettiğimiz, bazı sorumsuz kuruluşların müdahalesinden bu işi kurtarmanın en doğru yolu da, akılcı yolu da budur. Maalesef, bugün, Türkiye'de, ilköğretimi bitirmeyen, yani 15 yaşına gelmemiş çocuklar için Kur'an eğitimi kalmamıştır. O kanun maddesi Mecliste reddedildikten sonra, biz, Diyanet yönetmeliğine madde koymuştuk, aynı düzenlemeyi Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Kursları Yönetmeliği'ne koymuştuk, onu da Danıştay'dan iptal ettirdiler. Şimdi, Kur'an kurslarının, tekrar söylüyorum, 15 yaşına gelmemiş çocuklar için Kur'an kurslarının yasal hiçbir dayanağı yoktur. Yaz tatilinin başladığı şu günlerde, bu konuya mutlaka bir düzenleme getirilmesi ihtiyacı vardır, vatandaşımızın bu konuda bizden beklentisi vardır. Getirdiğimiz düzenleme eğer Mecliste kabul edilirse, bu konudaki durum şu hale gelecektir: İlköğretimi tamamlayanlar, ilköğretim diplomasi alanlar, yani 15 yaşına gelmiş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar için, Diyanet İşleri Başkanlığı, eskiden olduğu gibi, iki yıllık hafızlık kursları açacaktır. Bu, bugün de mevcut olan, bugün de mümkün olan bir yoldur. Bu devam edecektir. Şimdi getirdiğimiz düzenlemeyle, beşinci sınıfı bitirmiş olan; ama, henüz daha ilköğretime devam eden çocuklar için, yaz aylarında, okulun tatil olduğu dönemde, yine Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an kursları açacak. Bu ikisinin de dışında olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilgili yönetmeliklerinde belirtilen camilerde ufak çocuklara dini bilgiler verilmesi amacıyla yürütülen faaliyetler yine serbesttir, onlarda herhangi bir yaş tahdidi söz konusu değil.

Ama, Kur'an kursları, yani Milli Eğitimin izni ve nezaretiyle açılan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan Kur'an kursları, bugünkü, bu hafta Mecliste görüşülecek olan yasa kabul edildiği takdirde, beşinci sınıfı bitiren, ilköğretim diplomasi almamış çocuklar için açılabilecektir. Bunu, daha önceki bir taahhüdümüzün, sekiz yıllık eğitim kanunu çıkarken millete yaptığımız bir taahhüdün yerine getirilmesi olarak mutlaka Meclisten geçirmek zorundayız.

Bu konuda, farklı öneriler olabilir. Hafızlık kurslarında da diploma şartının, yaş şartının kaldırılması gerektiği konusunda da öneriler olabilir. Bunlar da ileride, şartlar daha uygun olduğunda değerlendirilebilir. Bu işin şu anda bu haliyle bir genel disiplin altına alınması ihtiyacı vardır, şu anda böyle bir aşamadan geçiyoruz. İleride daha yeni açılımlar da gündeme gelebilir. Bu konudaki birtakım hakli endişeler, birtakım tehlikeler bertaraf edildikten sonra bu konuda yeni düzenlemeler de yapılabilir. Ama, bu hafta atacağımız adım da, bu konuda çok önemli bir rahatlık sağlayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi olarak, bu Hükümetin, birbiri ardına gerçekleştirdiği reformlarda çok büyük bir katkımız olduğuna inanıyorum. Hem burada yaz tatilinden fedakarlık ederek bu yasaların çıkması için komisyonlarda, Genel Kurulda çalışan siz milletvekili arkadaşlarımın katkılarıdır; ama, ayni zamanda, birçok önemli reformları, belki bu hükümeti tarihe geçirecek olan reformları üstlenmiş olan bakan arkadaşlarımın çabalarının sonucudur. İnşallah, çok kısa bir zamanda, işte Yaşar Okuyan arkadaşımın gayretiyle işçilerimizi daha iyi bir hayat seviyesine, daha emin bir geleceğe kavuşturacak olan sosyal güvenlik düzenlemelerini Meclisten geçirmiş olacağız. İçişleri Bakanımızın gayretiyle, Örgütlü Suçlarla Mücadele Yasası'nı Meclisten geçirip, insanlarımızın sadece daha müreffeh değil, ayni zamanda daha güvenli, daha emin yaşamalarını sağlayacak düzenlemeleri Meclisten geçirmiş olacağız. Mehmet Ali İrtemçelik arkadaşımın insan haklarıyla ilgili çalışmalarını sonuçlandıracağız.

Bu arada, gümrüklerin bir yol geçen hani olmaktan, yolsuzluk kaynağı olmaktan çıkaracak yeni gümrüklerle ilgili yasayı, düzenlemeleri sonuçlandıracağız.

Yapmamız gereken bir şey daha var. O ise de Sayın Anayasa Komisyonu Başkanımız önayak oldu, Sayın Yalçınbayır. Geçen hafta iki tane Anayasa Mahkemesi kararında, bunun Türk hukuk sisteminin bir ayıbı olduğu, Meclisin en öncelikli görevinin bunu kaldırmak olduğu ifade edildi, muhalefet şerhlerinde bu görüşler dile getiriliyordu. Anayasamızın geçici 15 inci maddesi var. Bu 15 inci maddenin üçüncü fıkrasını da kaldırmak istiyoruz. Bu, milli birlik komitesi zamanında kabul edilen yasaların Anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceğine ilişkin bir hükümdür. Bugün artık, 1980'den 19 yıl sonra böyle bir hukuk ayıbını, Türk hukuk sisteminin daha fazla taşımaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu Anayasa değişikliklerinin içinde o da gündeme gelecek. zannediyorum, yaz tatilinden sonraki yasa değişikliğinin içinde o da gelecek.

Kısacası, önümüzde, biraz daha dişinizi sıkıp, belki en fazla bir ay, ama eğer hızlı çalışırsak ondan da daha kısa süre yoğun çalışmamız gereken bir dönem vardır. Ondan sonra 1 Ekime kadar Hükümet geri kalan tasarıları hazırlayacaktır. 1 Ekimde Meclis tekrar açıldıktan sonra da, o yasaları birer birer çıkaracağız.

Bu Hükümetin ilk kurulduğu gün, bu Meclisin ilk açıldığı gün söylediğim gibi, bu Hükümetin, bu dönemin başarılı olması, mutlaka bu Meclisin çalışmasına bağlıdır. Bu Meclis, bugüne kadar çok iyi bir sınav vermiştir. Şimdi bunu devam ettirmemiz lazımdır. Türkiye'de, siyasetçiyi, siyaset kurumunu kötüleme, aşağılama, karalama kampanyalarına vereceğimiz en iyi cevap, milletimizin, ülkemizin hayrına olan bu yasaları, bu Mecliste mümkün olan en geniş uzlaşmayla hayata geçirmektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)