ANAP GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TBMM GRUP KONUŞMASI

(5 Ekim 1999)

Değerli arkadaşlarım, vakit oldukça ilerlediği için kısa konuşacağım.

Evvela, yeni yasama yılının memleketimize, Partimize hayırlı olmasını diliyorum.

Yasama yılının açılışı, bu sene, maalesef, Partimiz açısından acılı bir olayla birleşti. Hepimizin çok sevdiği bir arkadaşımızı, Sayın Avni Akyol'u kaybettik. Avni Akyol'un cenazesinde de söylediğim gibi, kendisi devletin ilkeleriyle milletin değerlerini kendi şahsında en iyi şekilde bağdaştıran, bunu kişiliğine yansıtan, inançlarına, değerlerine bağlı olan, ama bunu çağdaşlaşma ülküsüyle birleştirmesini bilen bir arkadaşımızdı. Adeta, bütün hayatını, Türk eğitimine hizmete vakfetmişti; önce öğretmen olarak, sonra idareci, bürokrat olarak, planlamacı olarak, milletvekili, bakan olarak, bütün hayatı Türk eğitimine hizmetle geçmiştir.

Eğer, aramızdan ayrılmamış olsaydı, bu hafta, Malatya'da, hep birlikte, partililerimizin katkılarıyla, kendisinin başkanlığını yaptığı 20 Mayıs Vakfı aracılığıyla yapılan Turgut Özal çok programlı lisesinin açılışını yapacaktık. Şimdi, bunu, onsuz yapmak durumundayız. Ama, inanıyorum ki, kendisini Türk Devletine, Türk milli eğitimine yaptığı hizmetler, unutulmayacaktır. Herhalde, Parti olarak, onu seven arkadaşları olarak, bize düşen en önemli görev de, onun anısını unutturmamaktır, anısını yaşatmaktır. İnanıyorum ki, bundan sonra o vakıfta görev yapan arkadaşlarım da, bunu en iyi şekilde yapacaklardır. Parti olarak, partililer olarak Avni Akyol'un ismini yaşatmak için üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz.

Ben, kendisine bir defa daha Allah'tan rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

Değerli arkadaşlarım, sizlere, kısaca dün koalisyon ortağı partilerin genel başkanları olarak yaptığımız toplantı hakkında bilgi sunmak istiyorum. Bu toplantıda, esas itibariyle üç ana konu görüşülmüştür. Bunlardan birisi, Sayın Başbakanın Amerika ziyaretidir. Biraz önce Sayın Emre Kocaoğlu arkadaşımızın da burada detayıyla ifade ettiği gibi, Sayın Başbakanın bize verdiği bilgiler de, bu ziyaretin başarılı bir ziyaret olduğu yönündedir. Bu ziyaret öncesinde ben, aşırı beklentiler yaratılmaması gerektiğini ifade etmiştim. Basının birtakım bu ziyaretle ilgili somut beklentileri gerçekçi değildi.

Çünkü, bu ziyaretler, devlet ve hükümet başkanları arasında yapılan ziyaretler öyle somut neticeler veren ziyaretler değildir. Bunlar, daha çok karşılıklı siyasî iradelerin ortaya konulduğu, asıl somut neticelerin alınacağı kurumlara direktif mahiyetinde olan, onları, harekete geçirecek olan temaslardır. 0 açıdan, Sayın Başbakanın ziyareti, belki ekonomik beklentileri, yaratılan ekonomik beklentileri ilk aşamada karşılayamamış olabilir; ama, inanıyorum ki, bundan sonraki daha alt düzeyde kurumlar arasında yürütülecek temaslarda birtakım olumlu sonuçlar da ortaya çıkacaktır.

Bizim açımızdan diğer önemli bir husus, görüşülen siyasî konularda, bizim aleyhimize herhangi bir yeni gelişmenin, yeni bir tezahürün ortaya çıkmamış olmasıdır.

Bu açıdan, bu ziyaret, Türkiye için yararlı olmuştur, başarılı olmuştur. Amerika ile aramızdaki iyi dostluk, işbirliği, ittifak ilişkilerini bir defa daha vurgulamaya yaramıştır.

Görüştüğümüz ikinci önemli konu, deprem bölgesinde yapılan çalışmalarla ilgiliydi. Bu konuyu ben dile getirdim; çünkü, dün sabah Başkanlık Divanında bölgeden gelen arkadaşlarım, bana, bölgede yaşanan bazı aksaklıklar konusunda uyarıda bulundular. Bunları, Hükümete iletmek gerektiğini düşündüm. Orada, bunları dile getirdim. İlk deprem olduğu gün de söylemiştim. Bu depremin en ağır vurduğu yer Gölcük ve Sakarya'dır. Ama, şu anda görülüyor ki, Sakarya'daki sorun daha fazladır. Çünkü, Sakarya'da, hem altyapı büyük ölçüde tahrip olmuştur, kanalizasyon ve su 48 günden beri, bugün 49 uncu gündür, 49 günden beri Adapazarı merkeze su verilememektedir, kanalizasyon sistemi çalışmamaktadır.

Buna ilaveten, diğer yerlerden farklı olarak, Sakarya'da iş merkezleri yıkılmıştır; yani şehrin ekonomik hayatını ayakta tutan binalar, işyerleri yıkılmıştır. Can kaybı diğer yerlere göre belki daha az olabilir, Kocaeli'ye göre daha az olabilir; ama, ekonomik bakımdan en fazla zarara uğrayan yer Sakarya merkezidir. Bu da, o bölgeye özel bir ilgi gösterilmesini gerektiriyordu. Dün bu konuyu dile getirdim. Sayın Bayındırlık Bakanı bir süre toplantımıza katıldı, bize bilgi verdi. Bize verdiği bilgiye göre, Kocaeli İlinde, 1 Eylül tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından yayınlanan kararname öncesinde valilik aracılığıyla enkaz kaldırma çalışmaları, oradaki mahallî müteahhitlere ihale edilmiş. Onun için, Kocaeli'deki enkaz kaldırma konusunda, Bayındırlık Bakanının herhangi bir dahli olmamış. Ama, Kocaeli dışındaki deprem bölgesinde, bu kararnameye göre enkaz kaldırma görevi Bayındırlık Bakanlığına verilmiş. Bayındırlık Bakanlığı da, bu konuda, normal usullere göre teklif almış, 10 gün önce de ihaleleri yapmış. 10 günden beri, müteahhit firmalar -Ki bunlar, ifade ettiklerine göre, Bayındırlık Bakanının ifade ettiğine göre, Karayollarının çalıştığı en büyük müteahhit firmalar- kendi taşeronlarıyla organizasyonlarını tamamlamışlar, yer etütleri yapılmış, keşifler yapılmış, yer teslimleri yapılmış, bugün itibariyle, enkaz kaldırma çalışmaları bu müteahhit firmalar tarafından yapılacakmış. Bunun için, Yalova'yı zannediyorum beş bölgeye bölmüşler, Sakarya'yı oniki bölgeyle bölmüşler. Yani, çok sayıda müteahhide enkaz kaldırmayı vermişler.

Enkaz kaldırma çalışmalarının önemi şu noktada düğümleniyor: Bölgede, bu sabah Başbakanlık Kriz Merkezinin yayınladığı rapora göre, konut ve işyeri olarak, tamamen yıkılmış olan veya çok ağır hasarlı, tamamen yıkılması gereken toplam bina sayısı 77 bindir. Yani, 77 bin binanın -ki, bunların 10 bin kadarı işyeridir, gerisi konuttur- şu anda yıkılmamış... Yani, birimin demek lazım, apartman dairesini söylüyorum. 77 bin hanenin tümüyle yıkılması gerekiyor, bunların enkazının kalkmâsı gerekiyor. Yine, Başbakanlık Kriz Merkezinin açıkladığına göre, bu sabah itibariyle enkazı kaldırılan birim sayısı henüz daha 4 bine ulaşmamıştır. Yani, 77 binin 4 binine ulaşılmamıştır, 3 900 filandır. Dolayısıyla, kabul etmek lazım ki, enkaz kaldırmada devletin büyük bir gecikmesi söz konusudur. 49 uncu gününde eğer enkazın yüzde 5'i kalkmışsa, bu büyük bir gecikmedir.

Enkazın kaldırılması iki bakımdan önemlidir: Halkın morali bakımından önemlidir. İkincisi, oradaki altyapı çalışmasının tamamlanabilmesi için önemlidir. Enkaz kalkmadan kanalizasyon sisteminin onarımı mümkün değildir, su şebekesinin onarımı mümkün değildir. Dolayısıyla, enkazın kaldırılması birinci önceliklidir.

Dün, Bayındırlık Bakanıyla bu konuyu görüştük. Kendisinin bize verdiği bilgiye göre, enkaz kaldırma çalışmaları bugün itibariyle başlayacaktır bu firmalar tarafından, yapılan hesaplara göre de, 50 gün sonra, enkaz tümüyle kalkmış olacaktır. Ama, bana göre yine 50 günlük bir gecikme vardır. Eğer, aynı çalışma bundan bir ay önce başlasaydı, şimdi önümüzde 20 gün kalmış olacaktı. Bugün itibariyle verilen hesaba göre, 50 gün sonra enkaz kalkmış olacaktır.

Keza, Sakarya il merkezinin içme suyu ihalesi yapılmıştır. Bununla ilgili 4 küsur trilyon para verilmiştir İller Bankasına. 5 müteahhide birden ihale edilmiştir, 5 yerden birden su şebekesi çalışması başlatılmış, orada da herhangi bir aksaklığın olmadığı bize ifade edilmiştir.

Kanalizasyon konusunda henüz bir çalışma yoktur. Bu çok ciddi bir endişe konusudur. Çünkü, eğer yağmurlar başlarsa, deşarj sistemi çalışmadığı için, tüm kanalizasyon sisteminin tıkanması söz konusudur. Bu da şehirde çok istenmeyen durumlar yaratabilecektir. şu anda, en öncelikli ve henüz daha el atılmamış sorun olarak bu gözükmektedir.

Tabiî, bu altyapı sorunu, su ve kanalizasyon sorunu, özellikle Sakarya'ya has bir sorundur. Diğer yerlerde bu sorun bu ölçüde geçerli değildir; ama, her yer için barınma sorunu öne taşımaktadır, Bize, Bayındırlık Bakanının dün verdiği bilgiyle göre, 50 bin prefabrik konut ihalesi yapılmıştır, şu anda bunların üretimi devam etmektedir. Bunların montajına, bu ayın ortasında başlanacaktı~. Bayındırlık Bakanının ifadesi, en geç 30 Kasımda 50 bin prefabrik konut teslim edilmiş olacaktır. Bunun 15 Kasım olabileceğini, ama en ihtiyatlı tarihin 30 Kasım olduğunu söylemektedir. Bunlardan, biliyorsunuz Afet İşlerinin kendi ürettiği 200 kadar prefabrik konut, geçen hafta, Düzce'de teslim edilmiştir, açılmıştır. Şimdi, 17'sinde zannediyorum 500 - 600 tane daha Hendek ve Düzce'de prefabrik konut. hizmete girecektir. Devam eden, çeşitli firmalara ihale edilen, şu anda elemanlarının üretimi devam eden tesislerin topluca hizmete açılması Kasım ayı sonunu bulacaktır.

Bir yandan da, kalıcı konutların çalışmaları devam etmektedir. Bunların hem yer tespitleri yapılmakta, yer etütleri yapılmakta, hem de bazılarının ihalesi yapılmaktadır. Bazı yabancı devletler ve gönüllü kuruluşlar bu kalıcı konutların ihalesini, yapımını üstlenmişlerdir. Bunları yapıp Bayındırlık Bakanlığına devredeceklerdir.

Dolayısıyla, dün verilen rakamlar, aslında bizim açımızdan umut vericidir, teselli edicidir. Ama, ben biliyorum ki, şu anda bölgede yaşayan vatandaşlarımız büyük sıkıntı içindedir. Biraz önce konuşan arkadaşlarımdan da bunu hissetmek mümkündü. Yakınlarını kaybetmiş, karısını, kardeşini, çocuğunu kaybetmiş insanların, üstelik 50 günden beri çadırda yaşayan insanların meselelere rasyonel bakmasını hiç kimse bekleyemez. O insanlar elbette ki duygusal bakacaklardır. Elbette ki, karşılarında devlet adına kimi bulurlarsa ondan hesap soracaklardır. Elbette ki, şu anda hepsinin sinirleri burnundadır ve buna ilaveten büyük tahrik altındadırlar. Üzülerek söylüyorum ki, sağdan soldan birtakım aşırı örgütler, o bölgede, şu anda, vatandaşları, devlete karşı kışkırtmanın gayreti içerisindedirler. Felaketi bunun için vesile saymışlardır, bunun için kullanmaya çalışmaktadırlar.

Dolayısıyla, hepimize düşen ortak görev, devleti daha hızlı çalıştırmaktır. Devletin bu hantal yapısı içinde, gecikmeli de olsa, ne kadar hizmet verilecekse onun verilmesini sağlamaktır. Devleti sarsmaktır, itmektir. İkincisi, o vatandaşlara moral vermektir, onların yanında olmaktır.

Dört günden beri, İçişleri Bakanımız deprem bölgesindedir. Üç gün daha kalacaktır. Oradaki kuruluşlarla, bürokratlarla toplantılar yapmaktadır. Bugün, Maliye Bakanımız bölgededir. Cuma günü ben gideceğim, Sakarya ve Kocaeli'ye gideceğim. İsteyen arkadaşlarım da benimle gelebilirler, karayoluyla gideceğiz, bütün gün, özellikle Sakarya'da oradaki durumu yerinde bir daha göreceğiz. Ben, dördüncü defa gideceğim. Milletvekili arkadaşlarım da müsaitse Cuma günü, benimle gelirlerse iyi olur.

Organizasyon olarak, baştaki aksaklıklar giderilmiştir, gerekli tedbirler alınmıştır. Şimdi, dediğim gibi, önümüzdeki dönemde, bize verilen bu tarihlerin takipçisi olmamız lazımdır, bunların Verine getirilmesini takip etmemiz, izlememiz lazımdır. Varsa alınacak yeni tedbirleri gündeme getirmemiz lazımdır.

Bu arada, yine bu konuyla da bağlantılı, ama dün görüştüğümüz üçüncü önemli konu Meclis gündemiyle ilgilidir. Meclis gündeminde mutabık kaldığımız husus, birinci önceliğin İçtüzük değişikliğine verilmesidir. Meclis tatili sırasında, bizden Nejat Arseven arkadaşımın da katıldığı partiler arası bir komisyon İçtüzük değişikliği taslağı hazırlamıştır. Şu anda zannediyorum Meclis Başkânlığına verilmiştir. Üç partinin ortak metnidir. Şimdi, komisyonda ele alınacaktır. Bu konuda, arkadaşlarımızın dile getirdikleri bütün öneriler dikkate alınmıştır. Arkadaşlarımızın hazırladıkları taslak, parti başkanları tarafından da incelenmiştir. İlave önerisi olan arkadaşlarım varsa bunlar da Anayasa Komisyonunda önerilerini dile getirebilirler, Genel Kurulda dile getirebilirler; ama, bu İçtüzük değişikliğinin esas amacı, gereksiz engellemeleri engellemek, Meclisin daha verimli çalışmasını sağlamaktır.

İki alternatifli olarak hazırlanmıştır, birisi Anayasa değişikliğini de ihtiva eden bir alternatiftir, birisi Anayasa değişikliği dışında İçtüzük maddelerinin değişimini ihtiva eden bir metindir. Anayasa değişikliğine şu anda gerek olmadığını dün kararlaştırdık. Yani, Meclisin açılmak için yeterli olan üçte bir sayısının bir aciliyeti olmadığını, bunu değiştirmenin bir aciliyeti olmadığını dün kararlaştırdık.

Dolayısıyla, diğer maddeleri değiştirerek, zannediyorum 20 küsur maddelik, 22 maddelik İçtüzük değişikliğini birinci öncelik olarak Meclise getirmeyi kararlaştırdık. Şimdi, bu hafta, zannediyorum komisyonda ele alınacak. Komisyon da belki bunu öncelikle görüşecek, Genel Kurulda da, Danışma Kurulunda karar alacağız, en kısa sürede İçtüzük değişikliğini gerçekleştireceğiz.

İçtüzük değişikliğini gerçekleştirdiğimiz zaman, mutabakat gerekliliği nedeniyle şu ana kadar gündeme alamadığımız Gümrük Kanunu gibi, Türk Ceza Kanunu gibi çok önemli birtakım temel kanunları Mecliste görüşebileceğiz. Ayrıca, yine öncelikli olan yasaları da daha süratli olarak, gereksiz zaman kaybına yol açmadan, ama muhalefetin de katkılarını sağlayacak imkânları onlara tanımak suretiyle Mecliste sonuçlandırmış olacağız.

Dolayısıyla İçtüzük değişikliğinin birinci öncelik olarak Meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdık. Şu andaki gündemi, o İçtüzük değişikliği komisyonlardan geçene kadar şu anki gündemi takip edeceğiz. Zannediyorum akreditasyon konseyi vardır başta, bir de Devlet Sanayi Yatırım Bankası vardır. Bu iki şeyi ve uluslar arası anlaşmaları bu hafta yapabildiğimiz kadar yapacağız.

Ama, inşallah önümüzdeki hafta İçtüzük değişikliğini gerçekleştirip, ondan sonra süratle önemli yasaları, şu anda Meclis gündeminde olan veya Hükümet tarafından hazırlık safhasında olan Yerel Yönetim Yasası gibi, ondân sonra tahkimle ilgili 5 ayrı kanunda yapılacak. değişikliklerle ilgili, Sosyal Güvenlik Reformuna ilişkin çeşitli kurumların yasalarında yapılacak değişiklikler, işte Bedelli Askerlik Yasası gibi çok önemli yasaları, önümüzdeki İçtüzük değişikliğinden sonra süratle Meclisten geçireceğiz.

Şimdi, benim çok kısa ilave etmek istediğim husus şudur: Bu Meclis tatili sırasında veya ondan önceki dönemde yaşadığımız birtakım önemli olaylar şunu göstermiştir:

Türkiye de devletin çok ciddî bir değişime ihtiyacı vardır. Deprem olayında gördük, ki kurtarmadan acil yardıma kadar, iletişimden barınmaya kadar böyle bir afete devlet olarak hazır değiliz, devlet kurumları olarak bu konuda hazırlığımız yeterli değil. Ama, böyle bir afetin yarın olmayacağını bize hiç kimse garanti edemeze. Bakın, bu sabah Marmaris'te bir deprem daha oldu, zannediyorum 5,2 şiddetinde, yine 50 vatandaşımız yaralandı. Tabiî ki, Allah'tan dileğimiz bu afetlerin hiç olmamasıdır; ama, yarın daha büyük bir afetle de karşılaşabiliriz. Dolayısıyla, devlet olarak, bu afetlere karşı olan bütün tedbirlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz ve bu afetten ders almalıyız. Devletin başa çıkamadığı, çeşitli ihmallerin, gecikmelerin, yetersizliklerin yaşandığı bu Marmara depreminden ileriye dönük mutlaka sonuç çıkarmalıyız, ders almalıyız.

Depremin ilk günü, bu konu tartışıldığı zaman, devleti suçlamanın, devlet kurumlarının yetersizliğini dile getirmenin hiçbir faydası olmadığını, bunun tersine vatandaşın moralini bozacağını ben söyledim televizyonda. Hepimiz devlete sahip çıkalım, yardımcı olalım, yaraları saralım dedim, şimdi zamanı değil dedim. Ama, aradan 50 gün geçti, 50 gün sonra şimdi tersini söylüyorum, diyorum ki, artık bu afetteki bütün eksiklikleri masaya yatıralım, devleti sorgulayalım, sivil savunmadaki eksikliklerimizin nereden kaynaklandığını, nasıl giderileceğini, Türkiye'deki imar nizamının, bu potansiyel afet tehdidine karşı nasıl düzeltilmesi gerektiğini, çeşitli kurumlarımızı, Kızılay'ı, devletin diğer kurumlarını hepsini masayla yatıralım, hepsini delik deşik edelim, hepsini bir daha gözden geçirelim.

Sade bu mesele değil, bakın tatilde bir hapishaneler olayı yaşandı. Hiç kimse aksini söylemeyle kalkmasın, bunu minareyi kılıfına filan uydurmak mümkün değil, bu kılıfa girecek minare filan yok. Herkes gördü ki, hapishaneler devletin kontrolünde değil. Hapishaneler mafyanın kontrolünde, terör örgütlerinin kontrolünde. Hapishanelerden başlayarak bütün adli sistemi masaya yatırmamız lazım. Tek başına hapishane sorununu çözemezsiniz.

Ondan önce, yine çok güvenilen bir kurumun, ta 1960'lardan beri milletin güvenini kazanmış olan bir devlet kurumunun, üniversite öğrenci yerleştirme kurumunun soruları çalındı, bu yüzden imtihanlar ertelendi. Yani, arka arkaya gelen şu olaylar, milletin devletin kurumlarına karşı olan güvenini zedelemiştir. Bu güven kazanılmadan, istediğimiz değişiklikleri yapabilmemiz, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla çağdaş bir ülke olarak taşıyabilmemiz mümkün değildir. Evvela bu güveni kazanacağız. Bu güveni kazanmak için de, özeleştiri yapacağız, kendimizi sorgulayacağız, devletin kurumlarını sorgulayacağız.

Bu, Hükümete karşı olmak değildir, bu, devlete karşı olmak filan değildir. Ama, bu, sadece aydın olmaktır, akıllı olmaktır, olayları doğru yorumlamaktır, olaylardan sonuç çıkarmaktır. Yani, eksiklikleri örttüğünüz zaman, sorunları çözmüş olmuyorsunuz, sorunları daha büyüterek erteletmiş oluyorsunuz.

Biz, şimdiye kadar, maalesef, sade bu söylediğim konularda değil birçok önemli konuda sorunları çözmedik, sorunların üstünü örttük. Halının altına attık sorunları. Ama, biz kaldırmasak, afet geliyor halıyı kaldırıyor, bütün sorunların ne kadar büyümüş olduğu, birikmiş olduğu işte ortaya çıkıyor. Hiç birbirimizi filan suçlamanın alemi yok. Bu, Hükümetin meselesi değil, budan öncekinin meselesi de değil. Ondan öncekinin de değil. Bütün hükümetlerin meselesi.

Herkesin bilmesi gereken bir şey var; Türkiye, bugünkü devlet yapısıyla yoluna devam edemez. Bunu en çok söyleyen biziz. Ha, şimdi başkaları da çıkıyorlar, Anavatanlılar değil başkaları da çıkıyorlar, diyorlar ki A'dan Z'ye devletin değişmesi lazım. Bunu onlar dün söylemediler, bugün söylüyorlar, biz söyledikten sonra söylüyorlar, hatta bizden daha gür söylüyorlar şimdi.

Ama varsın söylesinler, kimin söylediği değil, birilerinin bu işe ön ayak olması lazım, öncülük yapması lazım. Baki arkadaşımın söylediği doğrudur. Bu işe bizim öncülük yapmamız lazım. Neden bizim öncülük yapmamız lazım; çünkü, bu değişimin temelinde mutlaka şu ilkenin olması lazım; Devlet dediğiniz hadise, öyle ilahi bir varlık filan değil, tapılacak bir olay değil, toz kondurulmayacak bir olay değil, devlet basit bir şeydir, devlet bir hizmet organizasyonudur. Asıl olan millettir, asıl olan insandır. (Alkışlar) Anavatan'la özdeş olan Anavatan'ın bir ilkesi var, "millet devlet için değil, devlet millet için vardır".

İşte yapacağımız bütün değişimde, bundan sonra yapmamız gereken bütün işlerde, insanların hak ve hürriyetlerinin alanını genişletmede, devleti Ankara'dan çıkarıp bütün vatan sathına yaymada, yetkileri taşraya devretmekte, merkezi hükümeti küçültmekte, devletin ekonomideki hala devam eden hakimiyetini kırmada, hiç unutmamamız gereken ilke budur.

Devletin ilahi bir varlık olmadığı, sadece bir hizmet organizasyonu olduğu, devleti daha güçlü yapan şeyin, onun arkasındaki milletin güveni olduğu... Devlete millet güvenmiyorsa, o devlet güçlü olamaz. Eğer, insanlar hayatlarında mutlu değilse, haklarını, hürriyetlerini en geniş şekilde kullanamıyorlarsa, devlet güçlü olamaz. İşte, şu on yılda hep beraber yaşadık. Dünyanın en önemli askeri gücüne sahip bir ülkenin insanlarına yeterli hayat düzeyi sağlayamadığı için, milletinin desteğini sağlayamadığı için nasıl bir anda çöktüğünü hep beraber gördük.

Binaenaleyh, hiç geriye bakmaya, eski defterleri karıştırmaya filan ihtiyaç yoktur. Yaşadığımız olaylar, nereye gitmemiz gerektiğini bize açık şekilde göstermektedir. Oraya nasıl gideceğimiz meselesidir, oraya kiminle gideceğimiz, nasıl gideceğimiz meselesidir.

Bakın, size hapishanelerden bir örnek vereceğim. Sene 1991, Anavatan Partisi hapishane meselesine teşhisi koymuş, Eskişehir Cezaevini yapmış, demiş ki, koğuş sistemiyle Türkiye'de hapishane sorunu çözülmez. Çünkü, siz 100 kişilik koğuşa 300 kişiyi tıkıyorsunuz. O insanları gözden çıkarıyorsunuz, hapishaneyi bir ıslah kurumu olmaktan çıkarıyorsunuz, insanları oraya tıkıyorsunuz, içeride de otoriteniz yok. İçeride babalar hakim, mafya hakim.

Şimdi, demişiz ki, bu meselenin çözümü koğuş sistemini kaldırmaktır. Amerika'yı yeniden keşfedecek halimiz yok. Dışarıda nasıl yapılmışsa, dünyada nasıl yapılmışsa öyle. Oda sistemine geçeceğiz. Oltan Sungurlu'nun bakanlığında, dışarıya heyet göndermişiz, bürün hapishaneleri gezmişler, gelmişler, rapor vermişler, demişler ki, üç kişilik odalar olması lazım. Bunların üstü ranza olacak, üstte kalacaklar, aşağıda oturacaklar, havalandırmaya üç kişi çıkacak; yani, topluca hapishanedekiler havalandırmaya çıkmayacaklar, birbirleriyle temas etmeyecekler, üç kişilik havalandırmalar. Buna göre proje yapmışız, inşaatına başlamışız. Bir tanesini tamamlamışız. Bizden sonra gelenler, maalesef bunu hizmete açmamışlar. Neden;popülizm uğruna.

Şimdi bakın, yedi sene hapishane sorununu halının altına sürmüşüz, böyle bir sorun yok demişiz. Bir tane hapishane yapmamışız. Yedi sene sonra tekrar iktidara gelmişiz 1997'de, ilk çıkardığımız yasa., Meclisten ilk çıkardığımız yasa, cezaevi iş yurtları yasası. Benim hükümetimin, 55 inci Hükümetin ilk kanunu bu. Burada demişiz ki, oda esasına dayalı yenli cezaevleri yapılacak. Bunun için bütçedeki kaynaklar yetmediği için, ilave bir fon kurmuşuz. Cezaevlerinde iş yurtları kurmuşuz, o döner sermaye gibi, oradan elde edilecek gelirleri tümüyle hapishanelerin inşası için ayıracağız. Bu sayede, 6 tane yeni cezaevinin yapımı başlamış. şu anda tamamlanmak üzere, mayısta hepsi açılacak. 5 tane daha yapılması gerekiyor. Mevcutlardan da, koğuş sisteminden tadilat yaparak oda sistemine geçiyorlar.

Yani, soruna doğru teşhisi koymuşuz, çağdaş çözümü göstermişiz, bunu hayata geçirmişiz, başlatmışız, bizden sonra gelmişler, durdurmuşlar. Altı sene sorun, çözülmemiş, daha büyümüş. Gelmişiz, yeniden çözüm için adım atmışız.

Bu, sadece hapishane konusunda size vereceğim örnektir. Yani, değişim değişim diyenlerin, zamanında değişimi nasıl engellediklerini, değişimin kimin öncülüğünde, nasıl gerçekleşeceğini gösteren bir örnektir.

Ama, değerli arkadaşlarım, önümüzdeki meselse, sadece hapishane sorunuyla, sadece depremzedelerin barınma sorunuyla, sadece diğer sorunlarla çözümlenecek bir mesele değildir, topyekûn bir değişime ihtiyacımız var. Bu değişimin özünde de, dediğim gibi, devlete tapmak yerine insanı ön plana çıkarmak, devleti insana en iyi hizmet edecek kurum haline getirmek, o yönde değiştirmek ilkesi vardır. Bunu, ancak biz gerçekleştirebiliriz. Çünkü, Türkiye'ye bu fikri ilk defa getiren parti biziz. Devletin, öyle baba maba olmadığını, devletin sadece bir hizmet organizasyonu olduğunu ilk söyleyen biziz. Bunu hayata geçirmek için şimdiye kadar, yeterli veya yetersiz, engellenmiş veya başarıya ulaşmış, ama samimi çaba harcayan tek parti biziz.

Şimdi, bugün, uyumlu bir hükümetin içindeyiz. Mecliste çoğunluğa sahibiz, rahat bir çoğunluğa sahibiz. Ortaklarımızı da ikna edip, bu değişimi onlarla nereye götürebiliyorsak götürmemiz lazım. Bu yönden de, ortaklarımızla şu anda aramızda bir sıkıntı yoktur. Kimin nerelerden dolaşıp da bu noktaya filan geldiği de önemli değildir. Önemli olan bu noktadan ileriye gitmektir.

Binaenaleyh, geçmişte Türkiye'ye nasıl çağ atlattıysak, yeni bir çağın. eşiğinde, yeni bin yıla sadece üç ay kala, Türkiye'yi bu yeni çağa hazırlayacak adımları atmak da bizim görevimizdir.

İşte, ben, bütün arkadaşlarımın, bu yasama yılında, bu görevin bilinci içerisinde olacaklarına, bunun gereğine uygun davranacaklarına inanıyorum. Bu inançla hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)