ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN MESUT YILMAZ’IN
ANAVATAN PARTİSİ TBMM GRUBUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

 2 Kasım 1999

 

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta Cumhuriyetimizin kuruluşunun 76'ncı yıldönümünü kutladık.

Cumhuriyetin bu yıldönümünde, geçtiğimiz 76 yılın bir değerlendirmesini yapmak durumundayız. Aslında bunu her Cumhuriyet bayramında bir defa daha yapmamızda da fayda var. Bu değerlendirmede yapmamız gereken ilk tespit şudur: maalesef, bundan 76 yıl önce millet olarak Cumhuriyeti kurmakta gösterdiğimiz başarıyı, aradan geçen 76 yıl içerisinde Cumhuriyeti çağdaş bir devlet düzeyine yükseltmede, onu demokratik, özgürlükçü, ekonomik açılımlarla taçlandırma yönündü gösteremedik.

Bugün yaşadığımız, aslında Cumhuriyetimizi çağdaş demokrasinin unsurlarıyla taçlandıramamış olmanın eksikliğidir.

Türk milletinin milli mücadeleyi zafere ulaştırıp, Cumhuriyeti kurmak suretiyle ortaya koyduğu güçlü iradenin gereği ve sonucu, Türkiye'nin bugün bulunduğu yer değildir. Demokrasisini, ekonomisini, insan haklarını, özgürlükleri en ileri düzeyde geliştirememiş olan bir Türkiye panoraması, her şeyden önce milli mücadele ruhuna aykırıdır.

Gerçekten her bakımdan olağanüstü şartlarda elde edilen bir başarıyla kurulan Cumhuriyetimizle hepimiz övünüyoruz, hepimiz gurur duyuyoruz; ama, "Geçen 76 yılda Cumhuriyete ilaveten biz ne yaptık?" sualine gönül rahatlığıyla cevap veremediğimiz de maalesef bir gerçektir.

Türkiye, geleceğe dönük hedeflerinin önünde bir engel haline gelmiş olan kısır döngüden mutlaka kurtulmak zorundadır. 1999 Türkiye'sinin, bu Türkiye'deki sorumlu her kişi ve kurumun en öncelikli vazifesi, girmekte olduğumuz yeni çağın icabı olan şartları haiz bir devlet anlayışını ve bir devlet yapısını kurmaktır. Çocuklarımızın ve daha sonraki nesillerin bizimle gurur duyacağı bir Türkiye'nin oluşumuna katkıda bulunmaktır.

Vatanın bağımsızlığı ve Cumhuriyetin ilanıyla başlayan modern Türkiye döneminin, demokrasi ve özgürlük alanındaki açılımlarla serbest piyasa ekonomisini tam manasıyla yerleştirmek suretiyle daha ileri bir düzeye taşımak zorundayız. Yaşadığımız tartışmalar, temelde bu değişimi, bu büyük dönüşümü gerçekleştirme uğraşı içinde olanlarla, bu doğru uğraşa direnç gösterenler arasında yaşanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, daha önce çeşitli vesilelerle bu kürsüden ifade ettiğim gibi, burada bir defa daha açık bir şekilde ifade ediyorum ki, Anavatan Partisi'nin bu tartışmalardaki safı, yani bizim safımız, demokrasi ve özgürlükten yanadır. Anavatan Partisi, Türkiye'yi özgürlükçü demokrasinin tüm unsurlarıyla teçhiz olmuş, buna paralel olarak ekonomisini, fertlerin teşebbüs gücünü esas alan bir temele oturtmuş bir ülke haline getirmek amacındadır. Geçmişte milletimizin büyük teveccühüne mazhar olarak, bu çerçevede tarihi önemde neticeler aldık. Bugünkü gayretimiz, geçmişte başlattığımız çalışmaları daha ileri düzeye taşıma gayretidir. Bu hedefe yürürken, rehberimiz, Atatürk'ün muasır medeniyet seviyesine ulaşma talimatıdır. Biz bu çabamızla, aslında Büyük Atatürk'ün vasiyetini yerine getiriyoruz. Onun mirasına sahip çıkıyoruz.

Gerçek cumhuriyetçiliğin, gerçek Atatürkçülüğün gereği de budur. Bu kavramların arkasına sığınarak, Türkiye'yi dünyanın yarım asır, bir asır gerisinde bırakma çabaları, eğer bir art niyet ürünü değilse, idrak noksanlığının işaretidir.

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, kurulduğu günden beri çilesini çekmediği hiçbir nimete talip olmamıştır. Bizim çabalarımızın sonuçlarını sahiplenenler çok olmuştur; ama, biz bundan şikayetçi olmadık. Türkiye'nin ve Türk siyasetinin önünü açmanın şerefi, bizim için her zaman yeterlidir. Bugünkü çalışmalarımız da, geçmişte oluşturduğumuz altyapıyı güçlendirme ve onun eksikliklerini tamamlama amacına dönüktür. Bunun içindir ki, milletimiz, bizim dile getirdiğimiz demokrasi ve özgürlük konusunda fevkalade umut ve heyecan içerisindedir. Girdiğimiz çabanın, milletimiz ve kendimiz açısından taşıdığı önemin de bilincindeyiz. Bu yolun bir takım sıkıntıları olacağını, birtakım zorlukları, hatta tehlikeli olacağının da bilincindeyiz. Ama, Türkiye'yi ve milletimizi potansiyeline ve gücüne layık bir düzeye getirmek, parti olarak birinci görevimizdir.

Değerli arkadaşlarım, kimi toplumlar hallerinden memnundurlar, geleceğe umutla bakarlar, iyimserlikle bakarlar. Bunun için de yeni arayışlara, yeni uğraşlara girmezler, buna gerek duymazlar. Ama kimi toplumlar; bulundukları yeri beğenmezler, kendilerine daha büyük hedefler çizerler. Bu hedeflere ulaşmak için de bütün güçleriyle çalışırlar. Aslında bu gayret, onları gelecekleri adına daha zinde tutan en büyük güçtür. Biz Anavatan Partisi olarak, yıllardır Türk milletinin yerini beğenmediğini, her şeyin daha iyisine layık olduğunu dile getirdik. Ama unutmayalım ki, hedef koymak, hedefe ulaşma hadisesinin bir sınırı vardır. Sürekli aşınan, tükenen veya ertelenen limitler, sonunda düş kırıklığına, bıkkınlığa dönüşür. Hüsran duygusu umutlara baskın çıkmaya başlar. Milletin azmi ve dinamizmi kırılır. Ulaşılamayan, sürekli ertelenen hedeflerle dinamik bir toplumu sonuna kadar oyalama imkanı yoktur. Türkiye'de maalesef bazılarınca anlaşılamayan hadise budur. Milletin sabrı taşı çatlatmak üzeredir. Bir değil, iki değil, üç, dört neslin umutlarının hebasına yol açan hedeflerin hala gerçekleştirilemeyişinin topluma izahını yapmak, giderek daha zorlaşmaktadır.

İşte, bunun için biz diyoruz ki, artık Türkiye, umutlarını çürük bir ipe dizemez. Bu ateş hattından süratle uzaklaşmak, demokrasiyi, ekonomiyi, temel hak ve özgürlükleri çağdaş standartlara uygun olarak süratle ve sağlam bir şekilde tesis etmek zorundayız.

Her toplumda sıkıntılarla rahatlık atbaşı gider. Rahatlığı fazla olan toplumlar iyi yönetiliyorlar demektir. Sıkıntıları ağır basan toplumların ise, devlet yapılarını bu çerçevede gözden geçirmeleri gerekir.

Sıkıntıların çözümü yolunda her duruma göre hazırlıklı olmak gerekir. Bu yolda doğal afetlerden, şer odaklarına kadar birçok unsur, çözüm bekleyen sorun olarak önümüze çıkabilir. İşte bir yandan hedefimize ulaşmaya çalışırken, bir yandan da yolumuza çıkan bu sorunları çözmek zorundayız.

Üzerine toprak atmakla, kılıf çekmekle toplumun sorunlar çözülmez. Sorunları, toplumun talepleri ve ülkenin gerçekleri doğrultusunda çözmek, siyasetin ve siyasetçinin görevidir. Ama günümüzde gördüğümüz odur ki, siyaset, bir takım saldırıların hedefi haline gelmiştir. Başta Yüce Meclis olmak üzere, tüm demokratik mekanizmalar, her vesileyle yıpratılmaya çalışılmaktadır. Sorunları çözmenin yegana aracı olan siyaset kurumu bir kenara itilerek, ülke adeta çözümsüzlüğe mahkum bırakılmak istenmektedir. Onun için, diyorum ki, Türkiye'de bugün siyasetin ve siyasetçinin birinci görevi, demokrasiyi korumaktır. İkinci görevimiz de demokrasiyi geliştirmektir; çünkü, yaşadığımız bütün sorunlarının çözümünün yolu, demokrasiden geçer. Kim ki bu sorunları öne çıkarır, ama o sorunları çözecek tek merci olan siyaseti kötülerse, Meclisi kötülerse, bilin ki o iyi niyet sahibi değildir. İşte, Türkiye’de, Türkiye’nin sorunları üzerine kafa yoran, bu sorunlara çözüm arayan, ister sağda, ister solda çeşitli görüşteki aydınlarımıza son zamanlarda yönelen baskıların, tehditlerin, saldırıların esas amacı da budur.

İnsanları demokratik bir ortamda özgürce düşünme yeteneğinden uzaklaştırdınız zaman, toplumun ilerlemesinin de önünü kesiyorsunuz demektir. Toplumun dinamiklerini öldürüyorsunuz demektir. Ama, son günlerde çeşitli tezahürlerini bir defa daha gördüğümüz, aslında çağdışı olan bu görüş sahipleri bilmelidirler ki, Türkiye, artık takriri sükun şartlarını aşmıştır. Türkiye, bu takriri sükun zihniyetini de mutlaka aşacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)