Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın 7. Olağan Büyük Kongre'yi Açış Konuşması

04 Ağustos 2001

Değerli dava arkadaşlarım,
Değerli konuklar,
Medyamızın değerli temsilcileri,

7. Olağan büyük kongremize hoş geldiniz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Kongremizin partimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Ankara’daki kongre salonumuzdan Edirne’den Hakkari’ye, Samsun’dan Hatay’a kadar tüm Türkiye’ye selam, muhabbet ve saygılarımı sunuyorum.

Devletimizin kurucusu büyük Atatürk’ü ve Anavatan Partisi’ni milletimize armağan eden kurucu genel başkanımız merhum Özal’ı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Bu vesileyle partimizin başarısı için bugüne kadar emek veren, ter döken tüm vefakar dava arkadaşlarıma sevgilerimi ve şükranlarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Anavatan Partisi bu büyük kongresiyle Türk siyasetinde birkaç ilki birden gerçekleştiriyor.

Her şeyden önce sizler yepyeni bir sistemle seçildiniz.

Parti olarak seçim sandığı esasına göre yeni bir örgütlenme modelini gerçekleştirdik. Üyelerini ve delegelerini sandık esasına göre belirleyen Türkiye’nin ilk Partisiyiz.

Bu demokrasi tarihimizde ilk defa gerçekleştirilen, demokrasiyi ve katılımı tabana yayan büyük bir projedir. Türkiye’nin toplam 208 bin seçim sandığından her birisinde kayıtlı üyemiz var. Yani sizleri nerede ikamet ettiği, hangi partiye üye olduğu bile belli olmayan kişiler seçmedi. Sizleri her şeye rağmen Anavatan diyen, boş hülyaların peşinde koşmayan, ne varsa gene benim partimde var diyen partililer seçti. Sizler gerçek üyelerin seçtiği gerçek delegelersiniz.

Sizler Anavatan’ı tutup tekrar ayağa kaldıracak olan kişilersiniz. Partimizin ve ülkemizin geleceğe giden aydınlık yolunu açacak olan sizlersiniz.

Bu görevi layıkıyla yapacağınıza olan inancım tamdır.

Bu inançla tam on yıldır onurla taşıdığım genel başkanlık sıfatımı sizlere teslim ediyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Bu kongreyle yaşadığımız ikinci bir yenilik daha var. Biz bugün burada sadece parti yönetim organlarını seçmek için toplanmadık. Ülkemizin sorunlarını konuşmak için, geleceğe ilişkin düşüncelerimizi, önerilerimizi, projelerimizi tartışmak için toplandık.

Ülkemizin ve Türk siyasetinin içinde bulunduğu durum nedeniyle bütün kamuoyunun dikkati üzerimize çevrilmiştir.

Bugün tüm gerçeklerin olanca çıplaklığıyla söyleneceği gündür. Partimizin ve ülkemizin içinde bulunduğu koşulları olanca açıklığıyla görmenin ve söylemenin zamanıdır.

Korkuyla durumu gizlemenin ve gerçeklere sırt çevirmenin zamanı değildir.

Bizler burada iyi olan ne varsa hepsini söylemeliyiz. Ama kötü giden şeyleri de saklamamalıyız.

Şimdi açıkça söylüyorum kimin söyleyecek sözü varsa buraya gelip söylemelidir. Tabii, söylenecek her sözün karşılığı vardır. O da buradan söylenecektir.

Ama burada konuşacak hiç bir arkadaşım aynı siyasi ailenin fertleri olduğumuzu, aynı siyasi kaderi paylaştığımızı hiç unutmamalıdır.

Bu salonda Türkiye’nin bugünkü durumundan memnun olan bir tek kişi olduğunu sanmıyorum. Eğer varsa onun gerçekten Anavatanlı olduğundan şüphe ederim.

Türkiye bu duruma bizim yüzümüzden gelmedi. Tersine Türkiye bizim uyarılarımıza rağmen geldi. Üstelik geçmişte bizim hükümetimizde yapılanlar olmasa idi Türkiye’nin bugüne kadar dayanması da  mümkün olmazdı.

Ama buna rağmen sızlanmayı bir kenara bırakmalıyız. Geleceği kurtarmak için ne yapmamız gerekiyorsa ona bakmalıyız.

Sızlanmak ve dövünmek çaresizlerin işidir.

Oysa millet bizden çare bekliyor.

Anavatan Partisi dizlerini dövenlerin Partisi değildir. Anavatan Partisi zor zamanda ne yapılması gerekiyorsa onu yapanların partisidir.

Dava arkadaşlarım,

Sevgili Anavatanlılar, 

Anavatan Partisi Türkiye'de değişimin ve yeniliğin en önemli adresidir...

Kendisine fırsat tanındığında  Türkiye'yi yeniden tepeden tırnağa yenileyecek olan parti yine Anavatan Partisi’dir...

Dün Türkiye'yi Anavatan değiştirmişti...

Türkiye'nin geleceği Anavatanla değişmişti.

Halkımız bu gerçeği yaşayarak görmüştü:

  • Yoklukların kıtlıkların kalkabileceğini,

  • Refah seviyesinin yükselebileceğini,

  • Yatırımların katlanabileceğini,

  • Üretimin ve ihracatın artabileceğini,

  • Yasakların bitebileceğini,

  • Bürokrasinin azaltılabileceğini,

  • Hayat tarzının değişebileceğini,

  • Özgürlüklerin yaşanabileceğini,

8 yıla varmadan her şeyin tepeden tırnağa değişebileceğini, milletimiz masallarda değil, bizim iktidarımızda  gördü.

Bugün de ekonomiden sağlığa, eğitimden mahalli idarelere kadar ülkemizde maalesef her alan tıkanmıştır... Özgürlük alanı daralmış, hak ihlalleri  artmıştır...  Gün geçtikçe ağırlaşan şartlar insanımızın belini bükmüştür.... Karamsarlık artmıştır...

İnsanımız çoğunlukla bugünden umudunu kesmiştir... Onu ayakta tutan yegane husus,  geleceğe ilişkin  beklentileridir.  Özlem ve hasretle andığı, geçmiş ANAP iktidarları dönemindeki değişimin benzerinin yeniden yaşanabileceğine ilişkin  umutlarıdır....

Anavatan Partisi olarak biz milletimizin umutlarını gerçekleştirmeye talibiz...

ANAP iktidarları döneminde gerçekleşen değişime olan özlem ve hasreti dindirmeye talibiz.

Son on yılda yaşadığımız binbir tecrübeden sonra geldiğimiz nokta şudur:

Muhalefet görevi kutsal olmakla birlikte, sahibine  icraat yapmanın iç huzurunu ve mutluluğunu vermemektedir...

İktidarın bir parçası olmak, olsa olsa günü kurtarma yolunda yürümektir.

İktidarın tek sahibi  olmak ise günün ötesine geçip, geleceğin dünyasını kurmaktır...

Geleceği kurmak için çalışmayanların günü bile kurtarması  şüphelidir.

Onun için bu tespitten hareketle de,

18 Nisan seçimlerinin hemen ardından hummalı bir çalışmaya başladık...

Hedefimiz önce Anavatan’ı iktidar yoluna sokmak, sonra da ülkemize çeki düzen vermekti...

Aradan 28 ay geçti... Hazırlıklarımızı büyük oranda tamamladık....

4 Ağustos kongremizle şimdi  harekete geçiyoruz...

Yeni bir aşamaya getirdiğimiz çalışmamızı 28 ay sonra kamuoyunun önüne taşıyoruz....

Sloganımız; gerçekleştirmeye çalıştığımız işin de, ülkemizin kurtuluşunun da formülüdür...

"Yepyeni bir gelecek, yine ANAP'la gelecek"...

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye'yi değiştirmeye çalışan bir partinin önce kendini yenilemesi ve değiştirmesi gerekiyordu....

İşe buradan başladık..

18 Nisan seçimlerinden sonra değişim ve yenilenme için düğmeye bastık...

Önce partimizi masaya yatırdık.... Eksiklik ve yanlışlıkların nerelerde olduğuna ve nelerden kaynaklandığına baktık...

Sonuçta parti altyapımızın bütünüyle değiştirilmesine karar verdik... Yapmamız gerekenleri ortaya çıkardık... Önceliklerimizi belirledik....

Bir yıl hükümette görev almamamın da yardımıyla temelden bir değişiklik için  partimizde yeni bir çalışma düzeni kurduk... Partimizin teknik bürosunu yeniledik, yetişmiş elemanlarla takviye ettik...

Sağlam bir bilgisayar ve  internet sistemi kurduk... Bunlarla ilgili merkez ve taşra görevlilerimizi eğittik... Kadın ve gençlik teşkilatlarımızı ülke çapında yaygınlaştırdık...

Profesyonel iletişimcilerden  oluşan bir iletişim çalışma grubu oluşturduk....

Bu altyapının da yardımıyla sosyal ve siyasal araştırmalar yaptırdık...

Avrupa Birliği üyeliği başta olmak üzere takip ettiğimiz politikalarımız konusunda kapsamlı araştırmalar ve değerlendirmeler yaptık...

Tüm bunlardan çıkan sonuçlar ışığında politikalarımızı tahkim ettik, yeni açılımlara yöneldik... Bununla ilgili tartışmalı toplantılar düzenledik...

Bu yeni açılımları hem paylaşmak hem de geliştirmek için tüm teşkilatımızı kapsamlı bir eğitim programından geçirdik...

Tüm üyelerimizin  yazımını yeniden yaptık... Bunu da sandık esasına göre  gerçekleştirdik....

İşte bugün 7'nci büyük olağan kongremize, sıfır kilometrede yepyeni ve tastamam bir altyapıyla giriyoruz....

Bu altyapının mükemmelliği, ISO 9002 kalite belgesi ile de tescil edilmiştir... Türkiye'de altyapısını böyle bir mükemmelliğe oturtan ikinci bir parti yoktur...

Herkes görecektir ki, Anavatan bu sağlam altyapı üzerinde  yeniden ayağa kalkacaktır.......

Değerli arkadaşlarım,

Son seçimlerden sonra çok sayıda sosyal ve siyasal araştırmalar yaptırdık. Bu araştırmalardan çıkan bazı temel tespitlerimizi burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birinci tespitimiz, milletimizin büyük bir değişim arzusu taşıdığıdır. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu bu değişimin en sağlıklı biçimde Avrupa Birliği üyeliğiyle olacağına inanmaktadır.

İkinci olarak, toplumun bütün kesimlerinde artan bir demokrasi talebi, insan haklarına karşı büyük bir duyarlılık vardır. Bunlar artık eskiden olduğu gibi soyut kavramlar olmaktan çıkmış, ekmek ve güvenlik gibi temel ihtiyaç haline gelmiştir.

Üçüncü tespitimiz, milletimizin günlük kısır çekişmelerden bıktığı, geleceğinden emin olmanın arayışı içine girdiğidir. Gelecek beklentisi son derece yükselmiştir. Bu en çok gençler için geçerlidir.

Dördüncü tespitimiz, aşırılıktan hoşlanmayan  milletimizin din ve milliyetçilik konusunda daha ılımlı bir çizgi geliştirdiğidir. İnsanımızın yapısına hakim olan milliyetçi ve muhafazakar değerler ortadan kalkmamış, ancak büyük bir iç dönüşüme  uğramışlardır. Türk modernleşmesi diyebileceğimiz bir olguyla ve onun kendi değerlerimizden kopmadan batıyla, Avrupa’yla  bütünleşme talebiyle karşı karşıyayız... Biz buna modern muhafazakarlık adını verdik... Türk olmak için Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmayı yeterli görenlerin yüksek oranı, milliyetçiliğin de dönüştüğünü göstermektedir. Bu sosyal  gelişmelerin siyasi sonuçlarının olması kaçınılmazdır. En basit sonuç, yüce dinimizin ve milliyetçiliğin aşırı uçların tasallutundan kurtulmasıdır.

Yapılan bütün araştırmaların ortaya koyduğu bir başka gerçek de, Türk modernleşmesinin taşıyıcısının kadınlarımız olduğudur. Kadınlarımız, erkeklerimizden daha fazla özgüvene sahipler... Kendilerini hiçbir Avrupalıdan aşağı görmüyorlar... Geleneksel değerleri kırılmaya uğratmadan dönüştürüyorlar... Birey olarak haklarına son derece düşkünler, ancak önce aile diyorlar... Gelecek nesillerimizin iyi yetişeceklerinden emin olabiliriz. En sevindirici olan husus da parti olarak kadın seçmenlerden daha çok oy almamızdır. Kadınlarımızın toplumsal hayatta özellikle siyasette daha fazla yer alma arzusunda olduklarını gördük. Bu arzuyu yerine getirilmesi elzem bir beklenti olarak görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Türk toplumunun bugün öne çıkan bütün bu beklentilerine en iyi cevap verecek parti Anavatan Partisidir.

Değişim talebine en iyi biz cevap verebiliriz. Çünkü Türkiye’de demokrasiye geçildikten sonra bir toplumsal değişim projesini hayata geçirmiş tek partiyiz.

Demokrasi ve özgürlük talebine en iyi biz cevap verebiliriz.

Çünkü Anavatan Partisi, iktidar olduğu dönemde demokratik hak ve özgürlüklerin alanını sürekli genişleten, bunu yaparken de bu ülkede insanlar arasında hiçbir ayrım yapmamış olan partidir.

Kavgasız siyaset talebine en iyi biz cevap verebiliriz. Çünkü Türk siyasetine  hoşgörüyü ve uzlaşmayı biz getirdik.

Ve nihayet Türk siyasetine vizyon kavramı da Anavatan’la girmiştir. Ülkeyi yönetenlerin sadece bugünkü nesillere karşı değil, gelecek nesillere karşı da sorumlulukları vardır. O yüzden siyaset sadece  günübirlik işlerle uğraşamaz, günü kurtarmakla yetinemez. Gelecekteki hedefleri de bugünden belirlemek ve o hedeflere ulaşmak için bugünden çalışmak zorundadır. Biz buna gelecek yönetimi diyoruz.

Bu tespitler ışığında ANAP olarak politikalarımızı yeniden gözden geçirdik, yeni açılımlara yöneldik.

Sonuçta Anavatanın demokrat, özgürlükçü, sivil, girişimci esaslar üzerine  kurulu felsefesini gelecek yönetimi anlayışıyla birleştirerek insanımızın beklentisi, partimizin de ihtiyacı olan heyecanı ve vizyonu yakalayabileceğimiz inancına vardık.

Geleceğe hazırlanma çalışmalarının birinci aşaması altyapı çalışmalarımızdı... Bunu kongre öncesinde tamamladık...

Geleceğe hazırlanma çalışmalarının ikinci aşamasını bu kongremizle tamamlanacaktır....

Bu aşama, sağlam altyapının üzerinde çalışacak, programımızı halkımızla bütünleştirecek olan güçlü,  çalışkan, bilgili, tecrübeli, inançlı, kararlı, uyumlu bir yönetim kadrosunun işbaşına getirilmesidir.

Bundan sonraki aşama, sahaya inme aşamasıdır.... Sahada koşmaya takati olmayanlara, koşanlara yük ve engel olanlara ANAP olarak ihtiyacımız yok...

Anavatan yönetiminde artık çalışmayana, partinin yükünü taşımayana yer yok.... Partimizin kendisine ağırlık olacak isimlere değil, partimizin ağırlığını ve sorumluluğunu taşıyacak isimlere ihtiyacı var....

Açık seçik söylüyorum onun gönlü kırılmasın, bunun hatırı kalmasın dönemi ANAP’da bir daha açılmamak üzere  kapanmıştır...

Gayret edip çalışanlara ise bütün kapılar sonuna kadar açıktır....

Anavatan Partisi, 1983 felsefesi doğrultusunda geliştirdiği yeni politikalarına uygun bir vitrine ve bu politikaları hayata geçirmek için canla başla çalışan yeni bir  ekibe sahip olacaktır...

Değerli arkadaşlarım;

  • Müşterek amaçlarımıza ulaşmak için gayretli,

  • Bu yoldaki  fedakarlıklara katlanmaya istekli,

  • İç bünyemizde her şeyi tartışan ama dışa karşı disiplinli,

  • Partimize  yönelen haksızlıklara kendine yapılmış kadar tepkili, 

  • Zor zamanlarda birbirine kenetli,

  • Yepyeni bir ekibe ihtiyacımız var...

Böyle bir disiplin olmaksızın bu partide hiçbir gelişme olması  mümkün değildir.

Hiçbir liderlik ve yönetimin de başarılı olması mümkün değildir.

Kendinizin ve partimizin geleceğini böyle bir disipline emanet etmeye hazır ve istekli olduğunuzu biliyorum...

Çünkü partimizin büyük hedeflere yönelmesi, ancak o zaman mümkün olur... Önümüzdeki hedeflerimiz ve yöneldiğimiz gaye birbirimize sımsıkı bağlanmayı gerektiriyor.

Onun için sizlerden partinin yeni yönetimini bu kararlılığa ve heyecana sahip arkadaşlardan oluşturmanızı istiyorum. Bu Kongre’den çıkan ANAP, kendini toparlayan, Türkiye’yi de toparlayacak olan ANAP olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin  bugün içine düştüğü durumu doğru okumak için bundan on yıl öncesine dönmek gerekiyor. 1990’ların başında Türkiye sadece çevresindeki ülkelere değil, bütün gelişmekte olan ülkelere örnek olarak gösteriliyordu.

Yükselen ekonomisi, gelişen teknolojisi ve laik sistemiyle Türkiye Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri  için model ülkeydi. IMF ve dünya bankası Türk ekonomisini tüm geri kalmış ülkelere örnek gösteriyor ve  gelişme yolunda model olarak sunuyordu. Avrupa ülkeleri ve ABD Türkiye’yi bölgesel bir güç ve laik demokratik model olarak değerlendiriyorlardı.

Peki ne oldu da o durumdan bu hale geldik?

İlk bakışta ekonomik gibi görünen krizin ardında aslında belli bir siyaset anlayışı yatıyor.

1991’de  henüz üç aylık bir hükümet olarak erken seçim kararı almamızın nedeni ekonomide köklü tedbirler alınması ihtiyacıydı. Başlattığımız reformların devam ettirilmesi gerekiyordu. Ülkenin yeniden popülizm tuzağına düşmemesi lazımdı. Ama bunu bir yıl içinde seçime gidecek bir hükümetle yapmak mümkün değildi. Halktan onay almak gerekiyordu.

1991 seçimlerini üç puanlık bir farkla kaybettik. Bu küçük farkın Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu. Bizden sonra ekonomik reformlar sürekli ertelendi ve günü kurtarma anlayışı hakim oldu.

91’de bizim  devrettiğimiz Türkiye’de kamu bankalarının görev zararı alacakları diye bir şey yoktu. Sosyal güvenlik kurumlarının açıkları da yoktu. Bugün kamu bankalarının ödenmeyen görev zararlarından kaynaklanan açıkları milli gelirimizin yüzde onunu geçmiştir.  Ülkeyi sürekli seçim ekonomisiyle yöneten zihniyet Türkiye’yi bir erken emekliler cennetine çevirmiş, sosyal güvenlik kurumlarını iflasın eşiğine getirmişti. Bu kurumları yeniden ayağa kaldırmak da gene bize düştü.

Türkiye’nin dış borcunu 1991’deki 50 milyar dolardan 80 milyar dolara yükseltenler yıllarca ülkeye bir tek baraj yapmadılar.

Türkiye on seneden beri koalisyonlarla yönetiliyor. Bu on yılın üç yılında Türkiye büyümemiş, küçülmüş yani kalkınma hızı eksi olmuş. Fert başına milli gelirde neredeyse on yıl önceki düzeydeyiz. Kısacası on yıldan beri patinaj yapıyor.

Tabi ki, yaşadığımız bölücü terörle mücadelenin uğradığımız doğal afetlerin de ağır ekonomik  maliyeti  oldu. Ama bunların hiçbirisinin tahribatı mücadele ettiğimiz siyasi zihniyetin tahribatı kadar büyük olmamıştır.

Türkiye’nin bugün aldığı tedbirleri aslında bundan on sene önce alması gerekiyordu. Aradan  geçen zaman  bizim ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koydu.

Ama ne var ki, o zaman ilaçla şifa bulacak olan Türkiye ekonomisi bugün ameliyat masasındadır.

Değerli arkadaşlarım,

Yaşadığımız ekonomik  krizlerin milletimize çok ağır ekonomik ve siyasi maliyeti oldu.

İşsizlik daha da arttı. Binlerce ailenin uzun yıllar boyunca biriktirdiği tasarrufları yok oldu. İş yerleri kapandı. Gelir dağılımı daha da bozuldu.

Bütün bunlardan daha önemlisi halkımızın kendisine, ülkesine ve siyasete olan güveni sarsıldı. 1991 den bu yana yapılan hiçbir seçimde hiçbir partinin oyu yüzde  22’yi geçemedi. Milletimiz hem kızgınlık ve hem de yeni bir umutla her seçimde bir başka partiye yöneldi. Her denemesi ise hüsranla sonuçlandı.

Hep hüsran ve pişmanlık.

Ama bir sonraki seçimde aynı duygularla yeni bir maceraya atılmaktan da geri durmadı.

Bu üç seçimdir tekrarlanıyor.

Olan ülkeye oldu.

Altın değerindeki bir on yıl kayıp yıllarımız olarak tarihe geçti.

Bugün de birileri hiçbir yeni fikirleri, programları olmadan; güya söylemlerini değiştirerek, isimlerini değiştirerek, hatta kılık, kıyafetlerini değiştirerek, ama aslında hiçbir şeyi değiştirmeden sadece takiyye yoluyla kendilerini umut olarak takdim etmeye çalışıyorlar.

Bu ülkede yaşayan herkes bilmelidir ki, yeni oluşum yeni macera demektir. Türkiye’nin ise yeni bir maceraya tahammülü yoktur.

Bir gerçeği artık milletçe görmeliyiz...

Son on yıldır toplumumuzu akıl değil, duygular yönetiyor...

Hem de bütünüyle olumsuz duygular...

Öfke, düşmanlık nefret, kıskançlık...

Akıl ve sağduyu çoktan rafa kalktı...

Gelecek perspektifi ise tamamen unutuldu...

Biz ANAP olarak hep insanımızın sağduyusuna hitap ettik...

Çünkü, 1980 sonrasında Türk siyasetine rasyonelliği taşıyan bizdik...

Siyaseti sağduyuyla  tanıştıran da bizdik...

İktidar dönemlerimizde popülizme yüz vermeyen de bizdik...

Memleket hayrına olan bu tavrımız önceleri bize siyasi kazanç da sağladı.

Ancak toplum aşırı uçlara doğru savrulmaya başlayınca duyguların hakimiyeti geri geldi...

Bölücü terörün doğurduğu hassasiyetler üzerinden yapılan istismara din istismarı da eklendi...

Yeni düşmanlıklar doğdu... Mevcutlar arttı...

Bizler bu dönem boyunca herkesi akıl ve sağduyu çizgisine çağırdık. Hiçbir kutsal değeri istismar etmedik. Hiçbir hayali vaatte bulunmadık.

Ama her defasında işleri düzeltmeye yetmeyecek bir oy aldık...

Halkımızın akıl tarafı, ANAP olarak varlığımızı gerekli gördü...

Ancak duygu tarafı, iktidarı bize teslim etmek istemedi...

Maalesef Türk siyaseti son on yılda aklın hakimiyeti yerine duyguların esaretindedir.

Bugün milletimize çekinmeden söylememiz gereken şeyler var. 

Artık bu macera arayışına son verilmelidir. Duyguların hakimiyeti bitmeli, aklı selime geri dönülmelidir. Gelecek yönetimi anlayışı hakim olmalıdır. İşte o zaman siyasetteki karmaşa ve dağınıklık sona erecek, Türkiye’nin önü açılacaktır.

Değerli arkadaşlarım,

Bizim de yapmamız gereken şey, yine rasyonel davranmak ama bunu yaparken toplumun hissiyatından da uzak düşmemektir...

Milletimizin hissiyatıyla barışmamız için yapmamız gereken şeylerden birisi yolsuzluk iddia ve ithamlarını son derece ciddiye almak olmalıdır...

Halkımız yolsuzluk söylentilerinden son derece rahatsızdır... Yolsuzluklarla ilgili doğru veya yanlış söylenen her şeye inanır hale gelmiştir...

Ekonomik krizle birlikte, var olan veya olmayan yolsuzluklar kötüye gidişin tek nedeni olarak görülmeye başlanmıştır...

Değerli arkadaşlarım,

Yolsuzluklarla ilgili bizim üzerimize haksız olarak geliniyor savunması yetmez... Parti yönetimi olarak  bize düşen  görevler var... Burada açıkça söylüyorum hiçbir yolsuzluğa göz yummamak.... Görmezden gelmemek...

Ama ayrıca

Milletçe yakın dönemdeki yolsuzluklarla mücadele deneyimimizden de çıkarmamız gereken dersler de var.

  • Yolsuzluklarla mücadele çok boyutlu ve son derece dikkatle yapılması gereken hassas bir mücadeledir.

  • Bu mücadelede amaç yolsuzlukları önlemek ve yapanları cezalandırmaksa, konu medya ve siyaset malzemesi olmaktan çıkarılmalıdır. Konu devletin ve hukukun ciddiliği içerisinde alınmalıdır...

  • Yolsuzluklarla mücadele edeyim derken başkalarının farklı amaçlarına hizmet edip etmediğini herkes gözetmek durumundadır...

Bu hususta bazı misaller vermek istiyorum:

Yolsuzlukla mücadele diye dernek kuranların tescilli yolsuzlara ödül vermeye kalktığına tanık olmadık mı?..

Sivil siyaseti bitirmek isteyenlerin en kolay ve sık   kullandıkları aracın yolsuzluk çamuru olduğuna 1960'tan bu yana şahit olmadık mı?..

Siyasette birilerine yer açma ameliyesinin en büyük motorunun, bütün siyasi partileri kirli gösterme faaliyeti olduğunu bilmeyenimiz kaldı mı?

Siyasetteki en ucuz kahramanlık rolünün hırsız polis oyunundaki,  kahraman polis rolü olduğunu zannedip buna soyunanlar olmadı mı? 

Ekonomimizi batırmada,  yolsuzluk iddialarını  ve gösterişli operasyonları her gün manşetlere ve ekranlara taşımamızın  rolü olmadı mı?

Değerli arkadaşlarım,

Eğer yolsuzlukları ciddi biçimde mücadele ederek kurutmazsak, diğer yandan da sürekli medya ve siyaset malzemesi yaparsak bu konu yalnız siyasetin değil devletimizin de  yumuşak karnı olmaya devam edecektir.

Artık bir şeyi iyi görmemiz gerekiyor...

"Hayatlarında hiç başarı gösteremeyenler, başkalarını küçültmekle  ve karalamakla kendilerini üstte gösterirler."

Bu sözde yer alan felsefe bize karşı aynen 1983’den beri işletilmiştir.

1991 seçimleri öncesini hatırlayın...

Çivi üzerine çivi çakmamış olanlar, bize icraat yönünden değil hep bu açıdan saldırmışlardır.

Koskotas dosyaları deyip herkesi ayağa kaldırmışlardır.

Zamanla bu iddiaların asılsızlığı yargı kararıyla ortaya çıkmış, ancak iş işten geçmiş maalesef halkımızın bir bölümü  partimizden soğutulmuştur.

Bugün maruz kaldığımız iftiralar da uzun olmayan bir gelecekte ortaya çıkacaktır. Ancak korkum yine iş işten geçmiş olacaktır.

Atalarımız, kötülüğün muzaffer olabilmesi için biricik şart, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır, demişlerdir...

Eğer biz bir şeyler yapmazsak kötü niyetliler yine başarılı olacaklardır. Bundan böyle bu iftiralara karşı anında tepki vermeliyiz. Unutmayalım ki, çamur at izi kalsın sözü bizim dilimizdeki bir sözdür.

Değerli arkadaşlarım,

Dünya şartları  çok değişti...

Nasıl bir dünyada yaşadığımızı çok iyi kavramak artık yetmiyor, dünyanın hangi yöne doğru gittiğini, bizleri nasıl bir geleceğin beklediğini de bilmek zorundayız...

Bunun da ötesinde geleceğimize sahip çıkıp, onu bizzat yönetmek zorundayız...

Tarih bize öğretti ki, kendi geleceklerini yönetemeyen milletler, rüzgarın önündeki yaprak gibi oradan oraya savrulurlar...

Selin önündeki kütük gibi, sel nereye giderse onlar  da oraya giderler...

Değerli arkadaşlarım,

Olayların akışına kapılırsak, başkaları tarafından oluşturulacak bir geleceğe sürüklenme tehlikesi içerisinde olduğumuzu bilmeliyiz.......

Eğer müdahale etmezsek ülkemize biçilen gelecek başkalarının biçtiği bir gelecek olacaktır..

Bugün şu soruları sormak ve cevaplandırmak zorundayız...

Ülkemizin bugününü belirleyen değişimlerin ne kadarı bizim, ne kadarı başkalarının denetiminde gerçekleşmiştir?

Bugün ise geleceğimizi belirleyen değişimler kimin denetimindedir?

Burada milletçe bir özeleştiri yapmak zorundayız...

Bugün millet olarak, stratejik önemimizin arkasına sığınıyoruz...

Büyük güçler nasıl olsa Türkiye'nin ekonomik olarak batmasına, etnik olarak bölünmesine, savunmasının çökmesine izin vermezler, yoksa dünyanın bütün dengeleri bozulur mantığıyla hareket ediyoruz... 

Ama Osmanlının akıbetini unutmayalım...

Aynı anlayışla hareket etmek aynı akıbete yol açacaktır...

Türkiye kendini olayların akışına bırakan bir ülke olamaz.

Türkiye  kendi kaderini başkalarının  eline de bırakamaz...

Oysa biliyoruz ki, yönetilmediği taktirde geleceğimiz, istenilen noktaya değil, olayların yönlendirdiği noktaya gider...

Milli Şairimiz Akif’in, yurdumuzun işgale uğradığı kara günlerde  söylediği şu sözler  akıllarımızdan hiç çıkmasın:

"Avrupalılar bugünü, bugünkü hadisatı seyretmekle kalmazlar. Onlar  yarını, gelecek seneyi, hatta gelecek asrı, hatta birkaç asır sonrasını tahmin etmek, hesap etmek isterler... Adamların siyaseti müthiştir... İşte o müthiş siyaset sayesinde kendileri ne oldular, bizi ne hale getirdiler, görüyorsunuz".

Bir daha öyle bir duruma düşmemek için Türkiye hedeflerini belirlemek durumundadır.

Türkiye, gelecek yönetimi kavramını ve anlayışını öğrenmek ve uygulamak durumundadır.

Bu topraklarda insanımızın mutlu, devletimizin daim olması için, Türkiye hedeflerine  ulaşabilecek bir anlayış  ve  kararlılıkla  yönetilmelidir.

Ülkemizin gidişatındaki rasgeleliğe karşı siyaset, irade ortaya koymak ve bunu değiştirmek için çaba göstermek zorundadır.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye'nin aydınlık, sağlam yola girebilmesi, rotasını ancak  çağdaş medeniyete, Avrupa Birliğine doğru çevirmesiyle mümkündür...

Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne hazırlamak için yapılması gereken işlerin sayım dökümünün yapıldığı ulusal programımız, cumhuriyet tarihimizin en büyük değişim projesidir....

Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, hayata geçmeyecek yeni projeler üretmek değil...

Ulusal programımızı makul bir takvim çerçevesinde hayata geçirmektir...

Ulusal programın hayata geçirilmesi dışında vatandaşımızın önüne konan her değişim projesi, ne kadar iyi amaçlı olursa olsun ülkemizi en önemli hedefinden uzak tutacak bir aldatmacadır.

Değerli arkadaşlarım,

Bugün Türkiye'nin önündeki en önemli  problemlerin başında,   ulusal programın hayata geçirilmesinde yaşanan güçlükler gelmektedir....

Bu güçlüklerin en başta geleni, sivil siyasetin güçsüzlüğüdür...

Parçalanmış siyasetin, ulusal programın hayata geçirilmesinde gerekli sürati engellediği bir realitedir... Diğer tüm hayati alanlarda da bu böyledir...

Bir misal vermek istiyorum.... Bundan tam 151 gün sonra Avrupa Birliği tek bir para birimine geçecek....

Türkiye, bırakın tek para birimine geçmeye hazır olmayı,  daha Türk lirasını içine düştüğü devalüasyon girdabından kurtarabilmiş değildir...

Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar olduğu bir Türkiye, Avrupa Birliği’ne uyum çalışmalarını en geç bir yıl içinde tamamlar...

Türkiye bu   hızı   yakalamak zorundadır.

Bu alandaki diğer bir ciddi problem, toplumca ulusal programın hayata geçirilmesi çalışmalarını kayıtsız bakışlarla izlememizdir...

Bu konuda adım atılmasını engelleyici çabalara hiç ses çıkarmamamızdır...

Sanki Avrupa Birliği’ne girmek için hazırlık yapması gereken ülke Türkiye değilmiş gibi bir kayıtsızlık var...

Bu ülkedeki her bir insanımızın kaderini olumlu etkiyecek bir konudaki kayıtsızlığı anlamak mümkün değildir.

Şunu herkesin iyi anlaması gerekir...

 Avrupa Birliği'ne girecek olan, Anavatan Partisi veya birkaç sivil toplum kuruluşu değildir.... Bütün Türkiye'dir... Bunun için de bu alandaki her problem, Türkiye'nin problemidir...

12 Kasım'da Türkiye ile ilgili ilerleme raporu yayınlanacak... Adeta, Türkiye'de kimsenin umurunda değil... Halbuki, bu raporda yer alan değerlendirmeler, daha sonra geçeceğimiz aşama olan müzakerelerin kapısını açacak veya kapatacak değerlendirmeler...

İlerleme raporu, aday ülkelerin amel defterleri gibidir... Avrupa Birliği’ne giriş için gerekli adımları atıp atmadığınız, ya da ters işler yapıp yapmadığınız orada yazılır...

Şu an itibarıyla Türkiye'nin durumu tarlada izi olmayanların, harmanda yüzü olmamasına benziyor... 

Eylül ayında meclisi olağanüstü toplayarak anayasa değişikliklerini gerçekleştirmemiz gerek...

Bu konuda geniş bir kamuoyu duyarlılığına ihtiyacımız var...

Değerli arkadaşlarım,

Avrupa Birliğine uyum çalışmaları sırasında karşılaştığımız bir güçlüğü de sizlerle ve milletimizle paylaşmak istiyorum...

Bu güçlüklerin  başında Türkiye ne yaparsa yapsın Avrupa’nın onu  üyeliğe kabul etmeyeceğine  dair yerleşmiş bir kanaat  gelmektedir.

Türkiye ne yaparsa yapsın Avrupa  onu üyeliğe almaz düşüncesini zihinlerden kazımanın ve Avrupa’nın samimiyetini test etmenin tek bir yolu vardır.

Üyelik için iç bünyede yapmamız  gereken çalışmaları bir an önce tamamlayıp, Avrupa Birliğinin kapısını çalmak...  "Türkiye tam üyelik için aday ülkelerin yerine getirmesi gerekli kriterleri yakalamıştır, haydi artık müzakere masasına oturalım" demek...

Bunu yapmamız, Türkiye'yle ilgili kesin bir karara varması için Avrupa’yı zorlamamız demektir....

Avrupa’yı böyle kesin bir tavır almaya zorlamadığımız sürece, Türkiye  belirsizliklerle boğuşacaktır...

Avrupa Birliği uyum çalışmalarındaki engelleyici rolü konusunda  herkesin az çok bilgi sahibi olduğu, ancak üç maymunları oynadığı bir tabu var....

Ulusal güvenlik gerekleri.... Ya da daha doğru bir isimlendirmeyle ulusal güvenlik sendromu...

Bugün bu tabunun üzerindeki perdeyi çekip almanın zamanı gelmiştir...

Ulusal güvenlik, bir devletin bekasını sağlamayı amaçlayan son derece gerekli bir kavramdır...

Bu kavramın bugünkü kullanım tarzı, tam aksi  yönde  cereyan etmektedir.

Ulusal güvenlik kavramı, devletimizin geleceğini sağlamlaştırıcı her adımın engelleyicisi konumuna getirilmiştir...

Devletin bekasını sağlayacak bir kavramı, devletin can damarlarını keser hale getirmeyi dünya üzerinde yalnız Türkiye becerebilirdi.... Nitekim de öyle olmuştur...

Türkiye'de değişimin anahtarı, ulusal güvenlik kavramında saklıdır.

Ulusal güvenlik gerekçesiyle devletimizin bekasını sağlamlaştıracak, milletimizi rahat ve huzura erdirecek adımlar atılması adeta imkansızlaştırılmaktadır.

Türkiye, eğer bir adım ileriye gitmek istiyorsa bu sendromdan kurtulmalıdır...

Ulusal güvenlik kavramının muhtevası ve gerekleri, kamuoyunun tartışmasına açılmalıdır...

Değişime adım atmanın, rotamızı Avrupa’ya çevirmenin gerçek anahtarı,  şartı ulusal güvenlik kavramının kapsam ve sınırlarını yeniden belirlemektir.

Ulusal güvenlik ulusun bütününü ilgilendirir ve ulusun bu gereklere de dikkat etmesini gerektirir.

Bu noktada Anavatan Partisi olarak üniter devlet yapımız ile rejimimizin laik karakterinin korunması vazgeçilmez bir şart olarak gördüğümüzün altını çiziyorum.

Bu konulara aynı çerçevede yaklaşmayanlarla paylaşacağımız hiçbir şey yoktur...  Partimizin kapısı da bu insanlara kapalıdır...

Ancak, ANAP olarak biz ulusal bütünlüğümüzü ve laik rejimimizi muhafaza ederek, hak ve özgürlüklerin  alanının genişletilebileceğine bütün samimiyetimizle inanıyoruz...

Bundan da öte, hak ve özgürlük alanı genişledikçe toplumsal barışın kökleşeceğine devletimizin yapısının da sağlamlaşacağına inanıyoruz...

Tarihin tespiti de bu yöndedir... Uygar ulusların gidişi de bu yöndedir...

Bölücü terör ve irtica tehlikesine ilişkin yakın zamana kadar yaşadıklarımızı unutmadık... Devletimizin bu iki tehlike karşısında da uyanık ve tedbirli olmasını gerekli görüyoruz...

Ancak bu iki alanda yaşanan sıcak mücadelenin yaralarını sarmamızın zamanı gelmiştir...

Bu yaraları sarmamız, devletimizin karşısındaki tehlikeyi büyütmez, aksine vatandaşlarımızın gönüllerinin kazanılmasına imkan sağlar...

Bunu da ancak, ulusal güvenliği bir sendrom olmaktan çıkarıp, geleceği kucaklayan çağdaş bir anlayışa kavuşturarak yapabiliriz...

Bir milletin kendi ulusal güvenlik gereklerine riayet etmemesi ve kayıtsız kalması düşünülemez.

Ancak, bu ülkenin geleceği için atılması gerekli her ileri adımın ulusal güvenlik gerekçesiyle kesilmesini de kabul etmek mümkün değildir.

Ülke olarak tarihte yaptığımız bir yanlışlığı sanki bugün yine tekrarlıyoruz...

Geçmişte hiç de doğru olmayan ve dine de zarar verecek bir şekilde her yeniliği "din elden gidiyor" diye önlemeye çalışmak, ülkeye de dine de büyük zarar vermiştir.

Endişemiz o dur ki,  her açılımın önünün ulusal güvenlik elden gidiyor gerekçesiyle kesilmesi, hem ülkemizin geleceğine hem de ulusal güvenliğimize büyük zararlar verecektir. 

Kamuoyumuz, ulusal güvenlik  kavram ve anlayışına sahip çıkmak, bununla da kalmayıp bu kavramın yerinde ve doğru kullanılmasını denetlemek yükümlülüğüyle karşı karşıyadır.

Değerli arkadaşlarım,

Halkın gücünü arkasına almış  Anavatan Partisi'nin bu ülkede yıkamayacağı bir tabu, el atamayacağı bir sorun, gerçekleştiremeyeceği bir  hedef yoktur.

Halkın gücünü arkasına almış bir  Anavatan Partisi için Avrupa Birliği üyeliği rüya değil, kısa zamanda gerçekleştirilebilir bir hedeftir.

İnşallah bu da gerçekleşecektir.

Sevgili Anavatanlılar...

7. Olağan büyük kongremizi ülkemizin ve partimizin yol ayrımına geldiği bir dönemde yapıyoruz...

Devlet ve millet olarak tarih içerisindeki yürüyüşümüzde, yolların çatallaştığı bir noktaya hızla yaklaşıyoruz...

Türkiye’nin yürüdüğü yol, hemen önümüzde ikiye ayrılıyor..

Ve biz devlet ve millet olarak hızla yolların ayrıldığı noktaya doğru süratle gidiyoruz...

Geleceğe giden Türkiye’nin önünde iki yol var...

Ya birisinden gideceğiz, ya diğerinden...

Tercih noktasındayız...

Önümüzde iki yolu anlatmak istiyorum:

Biri, merhum Özal’ın bizlere miras bıraktığı Türkiye’ye yeniden çağ atlatan yol...

Diğeri, statükonun bataklığında her geçen gün ülkemizi bir alt kümeye düşürecek yol...

Biri, ekonomimizi güçlendirecek, kalkınmamızı sağlayacak yol...

Diğeri, krizlerle boğuşacağımız ve ülkemizi çivi üzerine çivi çakmaktan aciz bırakacak yol...

Biri, ülkemizdeki insanlarımızın tamamını ayrım yapmadan kucaklayacak yol...

Diğeri, her geçen gün daha fazla sayıda insanımızı düşman ilan edecek, yol...

Biri, Türkiye’yi çağdaş dünyaya, Avrupa Birliği’ne ulaştıracak yol...

Diğeri, Türkiye’yi orta doğudaki yeni bir Baas cumhuriyeti olmaya götürecek yol...

Yolların biri aydınlık...

Diğeri karanlık...

Biri sağlam,

Diğeri kaygan...

Karanlık kaygan yolda bakın bizi neler bekliyor?

  • Şiddetlenen etnik problemler,

  • Büyüyen irtica ve rejim kavgaları,

  • Bunlara karşı alınan zecri tedbirler,

  • Bu tedbirlerden doğan insan hakları ihlalleri,

  • Düşen demokrasi kalitesi,

  • Avrupa’dan kopma,

  • Ekonomik çöküş,

  • Düşen hayat kalitesi,

  • Ülkeden insan ve sermaye kaçışı,

  • Denetim dışı unsurların artan hukuk ihlalleri,

  • Çöken devlet hizmetleri var...

Aydınlık sağlam yolda bizi bekleyenler ise bambaşka;

  • Etnik alandaki ve rejim konusundaki gerilimlerin düşmesi,

  • Yükselen demokrasi kalitesi,

  • İyileşen insan hakları,

  • Aygıt olarak küçülen ancak etkinliği artan devlet,

  • Yoluna girmiş ekonomi,

  • Artan gelir düzeyi,

  • Yükselen hayat standartları,

  • Devlet kurumları arasında uyum,

  • Teknolojik ilerleme,

  • Sosyal barış,

  • Uluslar arası saygınlık,

  • Çağdaş dünyayla, Avrupa’yla bütünleşme...

Girdiğimiz yola göre, ya çağı yakalayacağız ve geleceğe doğru sağlam bir şekilde ayakta kalacağız...

Ya da çağı ıskalayıp, belirsiz bir geleceğe mahkum olacağız.

Yolların birinde çağdaş dünyayla birlikte yürüyeceğiz..

Diğerinde, Miloseviçlerle, Saddamlarla...

Şu gerçeği iyi kavrayalım...

Önümüzdeki yol çatallaştı.. 

Bu yolların hangisine girilirse girilsin dönüşü yok.

Karar verme zamanı...

Geri dönülemeyecek olan kararı verme zamanı...

Değerli arkadaşlarım,

Anavatan Partisi de artık bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor... Bir yol ayrımına yaklaştığımızı 1998 yılındaki kongremizde vurgulamıştım... İşte o günler geldi...

Önümüzde iki yol var...

Bu yollardan birincisi partimizi:

Varlık kavgasına düşmüş,,

Kendi içinde didişen,

Ülkeye bir yararı olmaktan uzak bir parti olmaya götüren yoldur...

İkincisi ise, partimizi:

Tek başına iktidara güreşen,

Birbirine kenetlenmiş bir yapıya sahip,

Muktedir ve güçlü,

Ülkenin kaderindeki en iyi sayfalara imza atmaya hazır, bir parti olmaya götüren yoldur...

7. Olağan büyük kongremizi yaparken önünde bulunduğumuz bu yol ayrımında partimiz ne durumdadır?  

Öncelikle buna bakmamız gerekiyor...

İsterseniz olumlulardan başlayalım...

Biraz önce söyledim,

Türkiye’deki 208 bin 601 seçim sandığını esas alarak, gerçek üye yazımına dayalı canlı bir teşkilatımız var...

Parti olarak ülkemizi geleceğe taşıyacak projelerimiz var...

Yönetimle ilgili her alanda uzun yıllara dayalı hiçbir partide mevcut olamayan geniş bir birikimimiz var...

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne hazırlamak gibi halkımızın umut ve heyecanla beklediği bir görevimiz var...

Ekonomi gibi, Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu alanlarda birkaç hükümet kuracak kadar kadrolarımız var...

Türkiye’deki hiçbir kesimi dışarıda bırakmayan, herkesi aynı ölçüde kucaklayan bir yapımız var.

Dünyanın gidişatıyla uyumlu, bizi geleceğe taşıyacak bir felsefemiz, geniş bir ufkumuz var...

İstikrarı, güveni ve tecrübeyi önde tutan bir çizgimiz var,

Bu ülkede ağır sorun olarak gözüken her şeyin altından kalkabilecek yegane parti olduğumuzu gösteren icraatlarımız var...

Bunlar avantajlarımız, yani artılarımız

Tabii bir de eksilerimiz var,

Yıllardan beri bize diş bileyen ve sayıları gittikçe artan düşmanlarımız var...

Bunlar arasında hala partimizin varlığını hazmedememiş, bizimle uğraşan güçlü bir statüko var...

Statükonun bize karşı açtığı bir savaş var.. 

Bu savaşta içeriden uğradığımız ihanetlerin yaraları var... Üzerimize atılan iftiralar var.

Ama suçu sadece başkalarında aramayalım,

Bizim de eksiklerimiz var...

Partimize karşı yapılan hücumlara karşı tek bilek, tek yürek olarak karşı çıkamayışımız var...

Düşmanlarımızla aynı dili konuşup, onların veremediği zararı partimize verenlerimiz var...

Uğradığımız haksızlıkları da, yaptığımız olumlu icraatları da anlatamayışımız var...

Dağ taş gezip, kendimizi anlatmak yerine, kamuoyunun bizi anlamasını bekleyen bir yapımız var...

Çalışıp, ter döküp iktidarı söke söke almak yerine, armut piş ağzıma düş diye bekleyenlerimiz var...

Partimizden güç alıp, hala başka partilerin bahçelerini sulayanlarımız var...

Partimiz bir makama getirince, bunu kendisine Allah vergisi sanıp, teşkilatımıza, tabanımıza sırt çevirenlerimiz var...

Allah’a şükür ki Anavatan Partisi, Osmanlı İmparatorluğu gibi kökü derinlerde bir büyük çınar...

İçeriden birileri, dışarıdan öbürleri yıllardır yıkmaya çalışsa da hiç kimse bu çınar yıkılmaz...

Değerli arkadaşlarım,

Ancak partimizin işleri kayıtsızlık ve kaygısızlıkla gitmez...

Artılarımızı arttırmak, eksilerimizi ortadan kaldırmak zorundayız...

Hem de bunu bir an evvel yapmalıyız...

Avantajlarımızı  arttırmamız için devam eden bazı çalışmalarımızı bir an önce bitirmemiz gerekiyor...

Kadın ve gençlik örgütlerimizin kongrelerini ne yapıp edip sonbahara kadar tamamlamamız gerekiyor...

Kadınlar konusunu ihmal etmememiz lazım...bütün yönetim kademelerinde kadın üyelerimize daha geniş yer vermemiz lazım...

Yurt dışındaki örgütlenmemize hız vermemiz gerekiyor...

İnternet alt yapımızı tüm teşkilatımızı kapsayacak şekilde bir an önce genişletmemiz gerekiyor...

Parti genel merkezi olarak aldığımız ISO 9002 kalite belgesini tüm teşkilatlarımıza taşımamız lazım...

Parti okulumuzu da en geç yılbaşına kadar hizmete açmalıyız...

Değerli arkadaşlarım,

Eksilerimizi de en kısa zamanda ortadan kaldırmamız lazım...

Her kademedeki arkadaşımız;

Anavatan Partisine mensup olduğunu,

Tabana ve teşkilata sahip çıkmanın ayakta kalmamız için şart olduğunu,

Sivil toplum kuruluşlarıyla diyalog ve işbirliğini arttırmanın gerekli olduğunu,

İcraatlarımızı ve projelerimizi halkımıza anlatmazsak destek alamayacağımızı,

Partimize yapılan hukuk ve ahlak dışı saldırıların iç yüzünü anlatmazsak töhmetten kurtulamayacağımızı,

Başka partilerin ağzıyla konuşarak partimize büyük zarar verenlerin çenelerini kapatmamız gerektiğini,

Terlememiz, çok çalışmamız, çarıkları çekip dağ taş demeyip milletle birlikte olmaya koşmamız gerektiğini,

Birlikte çalıştığımız kadroların yanlışlarından da sorumlu olduğumuzu,

Yek vücut olursak bize yapılan haksız saldırılara karşı durabileceğimizi,

En aşağıdan en yukarıya uyumlu bir ekip halinde çalıştığımız zaman başarılı olabileceğimizi,

Bilmeli ve ona göre davranmalıdır...

Bunları bilmezden gelenleri ikaz etmeliyiz...

Bildiği halde buna uygun davranmayanları ise aramızdan temizlemeliyiz...

Değerli arkadaşlarım,

Artılarımızı arttırmaya, eksilerimizi yok etmeye ve eksiklerimizi tamamlamaya doğru gidersek, bizi aydınlığa  çıkaracak olan yoldayız demektir...

Eğer bu yola girersek, Anavatan Partisi’nin gerçekten lider, güçlü ve muktedir bir parti olmasını kimse önleyemez...

Bizim bu yola girmemiz aynı zamanda Türkiye’nin de bizimle paralel olarak aydınlık yola girmesi demektir...

Çağdaş dünyayla bütünleşme yoluna, zengin, özgür ve güçlü bir devlet olma yoluna girmemiz demektir...

Artılarımızı azaltan, eksilerimizi muhafaza eden veya çoğaltan ve eksiklerimizi büyütmeye doğru giden yol karanlık yoldur...

Böyle bir yola girmemiz, Anavatan Partisi’ni ayakta kalma mücadelesi veren, kimliksiz, zayıf, herkesin oyuncağı olan bir parti olmaya  götüren yola girmemiz anlamına gelir...

Biz böyle bir yola girersek ülkemizde sivil siyaset seçeneğini yitireceği, dünyadan kopacağı Baas tipi bir Ortadoğu cumhuriyet olmaya doğru giden bir yola girer.

Değerli arkadaşlarım,

18 yıllık geçmişimiz gösterdi ki Anavatan Partisiyle Türkiye’nin kaderi özdeşleşmiştir...

Bir övgü olarak değil, tespit anlamında söylüyorum...

Biz iyiysek ve güçlüysek, Türkiye de iyi ve güçlü olmuştur...

Eğer biz güçten düşmüş zayıflamışsak Türkiye’de güçten düşmüş zayıflamıştır...

Onun için altını çizerek söylüyorum, bizim bu kongreyle gideceğimiz yol Türkiye’nin geleceğe giden yolunu da belirleyecektir.

Türkiye’de yakın dönemde hiçbir siyasi kadronun üzerine böylesine bir tarihi sorumluluk yüklenmemiştir.

Değerli arkadaşlarım,

Girdiğimiz yolda nasıl bir Türkiye hedefliyoruz...?

  • Toprakları üzerinde huzur ve güvenin her karış toprağında hissedildiği, haksızlıkların adının dahi anılmadığı, tüm dünya insanlarının yaşamak için can attığı bir Türkiye,

  • Milletin millet gibi, devletin de devlet gibi olduğu, dünyanın en iyi yönetilen ülkesi bir Türkiye,

  • Milli geliri en kısa zamanda 10 bin dolara çıkmış, refah merdivenlerinin en üst basamağına tırmanmış, birinci sınıf yaşam süren insanların yaşadığı bir Türkiye,

  • Millet ve devlet el ele vermiş, her türlü sıkıntısının üzerine bir ve beraber giden, her türlü sevincini tek yürek halinde yaşayan insanların oluşturduğu bir Türkiye,

  • Sahip olduğu her türlü nimetten istisnasız her vatandaşının ülkenin her tarafında yararlandığı bir Türkiye,

  • Alan değil, veren ele sahip, güçlü bir Türkiye,

  • Yaptığı atılımlarla, tüm sektörlerinde sağladığı başarılarla bölgesinde istikrarın tek adresi olan, haklıların kendisinden güç aldığı, haksızların ise kendisinden çekindiği bölgesinde ve dünyada söz sahibi Türkiye,

  • Vatanına, milletine, devletine, dinine, imanına, ezanına ve bayrağına candan bağlı, gelecek yüzyıl nesillerini yetiştiren,  çağın modern eğitim donanımına sahip eğitim kurumlarının olduğu bir Türkiye,

  • Vatandaşlarına vize uygulanan, gelmemesi için binbir mania çıkarılan değil, bilakis dünyanın gözünün içine baktığı bir Türkiye,

  • Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yılında Türkiye bize göre, bizim plan ve projelerimize göre her türlü gelişmesini tamamlamış yüzyıllık bir çınar gibi dimdik ayakta olmalıdır.

  • Tarihe karşı olan onurlu borcunu ödemeli, tıpkı şahane günlerinde olduğu gibi sahip olduğu hasletleriyle insanlığa yön vermelidir.

  • İhracat fazlası en fazla olan ülke olmalıdır.

  • En düşük enflasyonla yaşanan ülke olmalıdır.

  • Her türlü potansiyelini üretime dönüştürmüş bir ülke olmalıdır.

  • Türk cumhuriyetleriyle entegre olmuş, köprülerini kurmuş, aynı ailenin mensupları durumuna gelmelidir.

  • İslam alemiyle ilişkilerin yukarıda sayılan hedefler doğrultusunda geliştirmiş bir yerde olmalıdır.

  • Anavatan Partisi’ni iktidarlarında yaptığı tüm icraat saydığı bu amaçların gerçekleşmesi için, bilinçli, bir plan dahilinde yapılmıştır.

  • Takdir edileceği gibi bütün bunlar sağlam bir altyapı ile mümkündür. Altyapıya verdiğimiz önem aziz vatandaşlarımızın gözleri önündedir. Bu yolda çok önemli mesafeler katettik.

  • Hizmetten geri kalmasaydık bu gelişme bugünkü yerden daha ileride olacaktı. Altyapı gibi büyük sabır ve özveri isteyen bir gelişmeyi sürdüren bir milletin sosyal çekişmelere tahammülü olamaz.

  • Bizim önümüzü kesmek isteyenler bu kervanı kendileri yürütemedikleri gibi, kervanda kavga çıkartıp ülkenin altın kadar kıymetli olan zamanını kaybetmesine neden olmuşlardır.

  • Anavatan olarak bugün hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan sosyal ve ekonomik tahribatı en kısa sürede ortadan kaldırıp Türkiye’yi yeniden şaha kaldıracak bilgimiz, tecrübemiz, inancımız ve kadromuz vardır. Sadece milletimizin güvenine ihtiyacımız var.

Değerli arkadaşlarım,

Buradan ayrılıp giderken bütün Türkiye'ye, dağ tepe demeden  dalga dalga şu mesajı yaymalıyız...

Türkiye, kaybettiği boş yere çıkmaz yollarda, karanlık uçlarda  aramamalıdır.

Türkiye geleceğini ANAP’ta aramalıdır.

Eğer kendimiz şu gerçeğe iman derecesinde inanırsak, milletimiz de  bizim aydınlık yolumuza gelecektir. 

"Yepyeni bir gelecek, yine ANAP'la gelecek"

İnanıyor ve tekrarlıyoruz....

 "Yepyeni bir gelecek, yine ANAP'la gelecek"

Allah’a emanet olun...