ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
5. OLAĞAN BÜYÜK KONGRE AÇIŞ KONUŞMASI
 
(24 AĞUSTOS 1996)

Sayın Başkan, Sayın Divan, Anavatan Partisi 5 .Olağan Büyük Kongresinin değerli misafirleri,

Basınımızın seçkin temsilcileri ve milletin derdine çare karanlığına ışık bulmak için, kurumuş topraklara düşen bir rahmet bereketi sıcaklığıyla Ankara'ya koşup gelen, Vatanın dört bucağından arı peteğine bal bereketi taşıyan hizmet sevdalısı dava arkadaşlarım, hepiniz hoş geldiniz.

Bu, Ağrı Dağından kopup gelmiş bir kaya parçası gibi başı dik Kongreyi, bu, Selimiye'nin minarelerinden bir ezan sesi gibi sımsıcak gönlümüze doğan imanla, Orta Anadolu'nun ekin tarlaları gibi gür ve heybetli, "ılgıt ılgıt seninleyim" diyen sevdanızla, bu Karadeniz dalgası gibi coşkulu, bu Türkmen davulu gibi tok, bu Güneydoğu türküleri gibi yanık, bu Dadaşın Barındaki gibi, Zeybeğin toprağa vuruşundaki gibi dipdiri Kongreyi sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Bu Kongrenin temsil ettiği bütün Anavatan Partililere; partimizin başarısı için bugüne kadar ter döken, emek veren, bütün vefakar dava arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Bizlere bugün bu cennet vatanda hür yaşamanın bağımsız yaşamanın şerefini bahşeden Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk'ü ve gene bizlere bugün bu büyük partide milletimize hizmet etme şerefini veren partimizin kurucusu Turgut ÖZAL'ı rahmet ve minnetle anıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin dört bir yanından, 79 ilinden gelen siz delege arkadaşlarım bu Kongrede sadece Anavatan Partisinin geleceğini tartışmayacaksınız, sadece Anavatan Partisi'nin geleceğine karar vermeyeceksiniz. Bu Kongrenin işi sadece bundan ibaret değil; bu kongrenin asıl konusu Türkiye'nin geleceğidir. Çünkü Anavatan Partisi'nin geleceği ile Türkiye'nin geleceği, hiçbir zaman bugünkü kadar birbirine bağlanmamıştır.

Bugün, hem ülkemiz için, hem de partimiz için tarihi bir dönemeçteyiz. Bu nedenle, ben bugün burada siz delege arkadaşlarımla birlikte siz davetli arkadaşlarımla birlikte bütün vatandaşlarıma seslenmek istiyorum ve diyorum ki; hiç korkunuz olmasın, varınlar bizimdir, yarınlar bizim olacaktır. Ama, yarınlar bizim demek için dünler de bizim olmalı, sadece zaferi ile değil, yaslarıyla, yenilgileriyle, dünler de bizim olmalı.

Değerli arkadaşlarım, bu Kongre, hem Türkiye olarak, hem de Anavatan Partisi olarak, nereden geldiğimizi, nerede olduğumuzu ve nereye varmak istediğimizi konuşmak için bir fırsattır. Ama, bunu yaparken dürüst olmalıyız, hiçbir doğrudan korkmamalıyız. İşte huzurunuzda söylüyorum, benim hiçbir doğrudan korkum yok; çünkü biliyorum doğruları konuşmaktan korkanlar yanlış yapmak kurtulamazlar

Değerli Arkadaşlarım, biraz önce bir multivizyon izledik. O multivizyon gösterisinin konusu, yüzyılın başından beri Türk siyasi hayatının bir özetiydi. Ya tarihimizin karanlık ve aydınlık sayfaları ekrandan birbiri ardına akıp geçti. Gördük ki, geçmişimizde yıldızımızın parladığı dönemler var, yıldızımızın söndüğü dönemler var.

Yıldızımızın parladığı günler var, yıldızımızın parladığı dönemler var; ama aynı zamanda kara ve aydınlık sayfaları, bu ekranda birbiri ardına akıp geçti. Gördük ki, geçmişimizde yıldızımızın parladığı günler var, yıldızımızın parladığı dönemler var; ama aynı zamanda karanlık dönemler var, yıldızım söndüğü dönemler var. Hepimiz biliyoruz yıldızımızın parladığı en son dönem Anavatan iktidarının dönemidir. 1970'li yılların karanlığını yırtıp, umutsuzluğa düşmüş bir millete yeni gelecek umudunu veren, kendine güven duygusu kazandıran o büyük atılım bizim eserimiz Anavatan'ın eseridir.

Ama ne yazık ki, bütün dünyanın şapka çıkarttığı o büyük Türk mucizesi fazla uzun sürmedi. Bu yüzyılın sonundayız, yeni bir bin yılın eşiğindeyiz. Maalesef Türkiye gene karanlıklar içindedir. Ufkumuzu karartan bir dizi olayı aynı zamanda yaşıyoruz. Hayat pahalılığı ve işsizlik, artık önlenemeyen bir afete dönüşmüş; gelir dağılımı hiçbir zaman bugünkü kadar bozulmamış; toplumun temel direği olan ortadirek ezilmiş; yıllardır yapılamayan yatırımlar yüzünden göz göre göre bir enerji krizine sürüklenmişiz ve bu ekonomik çöküntüden daha beter olarak ülke bir ahlaki çöküntüye sürüklenmiş, bütün değerler aşınmış, kurumlar yozlaşmış, sistem işlemez olmuş, toplumun kendini yönetenlere güveni kalmamış. Nasıl kalsın ki! Bugün ülkenin başında yolsuzlukları örtbas etme pazarlığıyla kurulmuş bir Hükümet vardır.

Değerli arkadaşlarım, bu karanlık tablo, bir yandan sosyal kargaşayı, mezhep çatışmasını, bölücü terörü körüklemekte, bir yandan da Türkiye'nin düşmanlarının iştahını kabartmaktadır. Ama hepsinden önemlisi, bu tablo insanımızı bunaltmaktadır. Evet, milletimiz bugün bunalmıştır. Geçim sıkıntısından, gelecek endişesinden, terör korkusundan bunalan millet değişim istemektedir. Bu değişimi yapacak olan tek parti biziz. Geçmişte bu ülkeyi karanlıktan aydınlığa nasıl çıkarttıysak bugün de bu görev bize düşüyor. Çünkü, biz yapmadığımız takdirde bunu yapabilecek başka bir parti yok. Çünkü, sahteci ve hayalci yöneticilerin elinde Türkiye'nin daha fazla kan kaybetmesine, daha fazla geriye götürülmesine izin veremeyiz; buna hakkımız yok. O halde, yeni Türkiye'nin yeni aydınlık dönemi ve bu dönemin ilk ışığı bu Kongreden yükselecektir, bu salondan yükselmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Büyük Atatürk Cumhuriyeti kurarken Türkiye'ye bir hedef göstermişti. Hedef çağdaş medeniyeti yakalamak ve onun üstüne çıkmaktı. Rahmetli Özal, Anavatan İktidarında bu hedefi takvime bağladı. Hedefimiz, Türkiye'yi 2000 yılında dünyanın en ileri 15 ülkesinden birisi yapmaktı ve bu hedef ulaşılması mümkün olan bir hedefti. İhracatta ve döviz rezervlerinde Türkiye, dünyada en hızlı artış sağlayan ülkelerin başında geliyordu; yani Anavatan iktidarında Türkiye bir büyük iddianın sahibiydi. 1991'den bu yana Türkiye, maalesef bu iddiasını kaybetmiştir. UIusIararası sıralamalardaki yerimiz her sene üçer, beşer basamak aşağılara inmiştir. Ama bugün her zamankinden daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bugün Türkiye sadece iddiasını değil, yönünü, rotasını kaybetme noktasındadır.

Sayın Başbakan 10 günlük saltanatlı Doğu seferinde gezdiği bazı ülkeleri televizyondan örnek gösterdiği o ülkelerde işçilerin ayda sadece 40 dolar aldıklarını söylemiyor, bunu milletten gizliyor. Yabancı ülke yöneticileriyle yaptığı görüşmelerden de ne milletin, ne de devletin bilgisi yok; çünkü devletin arşivinde bu görüşmelerin zaptı yok.

Değerli arkadaşlarım, kendi milletine "beyinsiz" diyen bir Başbakanın ve kendi işçisine, kendi sanayicisine 'vampir' diyen bir Başbakan yardımcısının yönetiminde Türkiye bir maceraya sürüklenmek isteniyor.

İşte bu Kongre, Anavatan Partisinin 5 inci Olağan Büyük Kongresi Türkiye Cumhuriyetinde böyle bir yön değişikliğine izin verilmeyeceğini, ne İran'daki mollalar rejiminin, ne de başka bir üçüncü dünya ülkesinin Türkiye'ye model olamayacağını; tersine Türkiye'nin onlara örnek olması gerektiğini bütün dünyaya haykırmak durumundadır.

Sevgili Anavatanlılar, hepinizin gönlünden geçen bir sitemi kulaklarımda duyar gibiyim. "Niçin Hükümet değiliz ?" diye soruyorsunuz. Size şimdi 24 Aralık seçimlerini ve ondan sonra olanları, burada kısaca özetlemek isterim.

Değerli arkadaşlarım, 24 Aralık seçimlerinin galibi yoktur; çünkü, bu seçimlerde en yüksek oy alan parti sadece yüzde 21 oy almıştır. Yani, 24 Aralık seçimleri galibi olmayan bir seçimdir. Galibi olmadığı gibi, mağlubu da olmayan bir seçimdir. Ama bir gerçek var; Anavatan Partisi olarak biz, 24 Aralık seçimlerinde hedefimize ulaşamadık, birinci parti olamadık. Bunun muhtelif sebepleri var; bize bağlı sebepleri var, bizim dışımızdaki sebepleri var.

Bu sebeplerin hepsini, burada, uzun uzun tahlil etmeye, tartışmaya hazırım. Ama unutmayın, seçimlerden önce, belki de şimdiye kadar Türkiye'de hiçbir siyasetçiye yapılmadık adi iftiralara maruz kaldım. Bazı gazeteler, seçimden sadece bir gün önce benimle ilgili asılsız iftiraları ihtiva eden özel gazeteler çıkardılar, özel sayılar çıkardılar. Elbette bunların seçim neticelerinde bir nebze etkisi olmuştur. Ama ben inanıyorum ki, asıl seçim neticelerini etkileyen en önemli faktör, Türkiye'yi yöneten hükümetin büyük ortağının yani Doğru yol Partisi'nin, kendisini bizimle özdeş sayarken, bizi taklit ettiğini, bizim programlarımızı uygulayacağını ilan ederken ülkeyi tam bir başarısızlığa, tam bir kaosa sürüklemiş olması ve Refah Partisi muhalefetinin ülkeye hayali vaatlerde bulunarak bu durumu istismar etmesidir.

Neticede, seçimlerde millet hiçbir partiye tek başına iktidar vermemiştir. Bütün partileri yüzde 21, yüzde 19.7, 19.2, yani yüzde 20 seviyesinde sıralamıştır. Bu tablo Türkiye için fevkalade zorlu bir tablo idi. Ben seçimlerden hemen sonra söyledim; Anavatan Partisi olarak milletin ortaya koyduğu bu tabloda bize ne görev düşüyorsa yapmak zorundayız, milletin verdiği emre uymak zorundayız. Ama, burada üstleneceğimiz görev, milletimizi yeniden artık çıkmak istediği karanlık döneme geri götüren bir görev olamaz. Eğer biz hükümette yer alacaksak, bu hükümetin uyumlu bir hükümet olması lazım, başarılı bir hükümet olması lazım. Bu hükümetin arkasında yeterince millet çoğunluğunun olması lazım dedim.

Seçimlerden önce, Doğru Yol Partisiyle Refah Partisi birbirleriyle ilgili her türlü iftirada bulunmuşlardı, birbirlerine sövmüşler, birbirlerini aşağılamışlardı. Seçimlerden sonra da birbirleriyle hükümet kurmayacaklarını söylediler

Anavatan Partisi olarak, Türkiye'de uzlaşmayı temsil eden parti olarak, bizim böyle bir sorunumuz yoktu. Biz eğer anlaşırsak, biz ülkenin yararına olacağına inanırsak her partiyle koalisyon kurabilirdik. Ama, Refah Partisiyle bizim bir sorunumuz vardı. Refah Partisi kendi resmi organlarında, kendi liderinin ağzından bize iftira etmişti. Kendisine oy vermeyenlerin "kafir" olduğunu söylemişti. Refah Partisi seçimden önce benimle ilgili iftiralarda bulunmuştu. Ben dedim ki, Refah Partisi bu söylemini değiştirmezse, bu sözlerini geri almazsa biz Refah Partisiyle koalisyon görüşmesi yapmayız.

Sayın Erbakan, koalisyon görevini aldıktan sonra, hükümet görevini aldıktan sonra bizi ziyarete geldi. Ben aynı hususu kendisine de söyledim. Sayın Erbakan bana aynen şunu söyledi; "Seçim öncesi söylenenlerin hepsi orada kalır, onların hiçbiri bizi bağlamaz; biz şimdi bundan sonra sizinle hangi noktada anlaşırsak onlar üzerinde bir hükümet kuracağız.

O zaman ben dedim ki, "Sizinle bizim anlaşmamız zordur. Çünkü siz, görüş itibariyle, fikir itibarîyle bize en uzak olan partisiniz, bizden en farklı olan görüşleri savunuyorsunuz." "Mesela." dedim, "siz Türkiye'yi Doğuya götürmeye çalışıyorsunuz; biz Türkiye'yi rahmetli Ozal döneminden beri Avrupa'ya, Batıya çevirmeye çalışıyoruz. Türk Milleti zaten 1000 yıldan beri hep gözünü, yüzünü Batıya dikmiş bir ülkedir. Biz sizinle bu şartlarda anlaşamayız. Sizin bir adil düzeniniz var. Bu adil düzeni biz inceledik; bu adil düzen denilen şey aslında devletçi bir düzendir. Oysa 10 biz, vatandaşımızın yaratıcı gücüne inanıyoruz, biz özelleştirmeye inanıyoruz, biz vatandaşımızın önündeki engellerin kaldırılması gereğine inanıyoruz" dedim. Sayın Erbakan dedi ki, "O kitapta yazılanlar da bizi bağlamaz; biz sizinle fevkalade güzel anlaşırız, biz sizinle çok uyumlu çalışırız."

Bunun üzerine oturduk, koalisyon görüşmeleri yaptık. Sayın Erbakan saymış, ben saymadım; 33 saat görüşmüşüz. Ben Sayın Erbakan'ı tanımıyorum, geçmişte kendisiyle hiçbir siyasi beraberliğim yok. Ama rahmetli Özal'ın bana söylediği bir Erbakan var. Sayın rahmetli Özal bana dedi ki, "Erbakan devamlı hayal dünyasında yaşar, hayalinin sınırı yoktur. Kendisi bir hayal dünyası kurar, ama daha kötüsü, kendisi de o hayallere inanır." Evet, 30 küsur saat görüştüm Sayın Erbakan'la ve gördüm ki, Sayın Ozal haklıymış.

Anavatan Partisi olarak, bizim, Refah Partisiyle uzlaşacak hiçbir yanımız yoktur, Biz farklı dünyaların partisiyiz. O yönetim anlayışıyla, o kafayla bizim anlaşabilmemiz mümkün değildi, başarılı olmamız mümkün değildi. Bu sadece benim kanaatim değildi, benim dışımda Refah Partisi yöneticileriyle görüşen arkadaşlarım da aynı noktada birleştiler. Tam o sırada Doğru Yol Partisinden bize bir teklif geldi. Aynı şartlarla, yani Refah Partisinin kabul ettiği şartlarla bizimle hükümet kurmaya hazır olduklarını söylediler. Benden bir koalisyon taslağı istediler, bir protokol istediler. Daha doğrusu bir ön protokol istediler. Aldım kalemi yazdım; dedim ki "Kurulacak olan koalisyon hükümeti bütün yolsuzluk iddialarının üstüne gidecektir, yolsuzluklarla mücadele edilecektir". Neden yazdım. Çünkü ben hepiniz şahitsiniz seçim meydanlarında millete bir söz verdim; dedim ki, Anavatan Partisi olarak, siyasetten yalanı, devletten haramı temizleyeceğiz."

Doğru Yol Partisi bize koalisyon ortaklığı teklif ettiği zaman şüphelendim; acaba veremedikleri hesabı örtmek için mi? bizimle ortak olmak istiyorlar diye şüphelendim. Onun için Koalisyon Protokolüne koydum, Hükümet Programına da koydum, bütün yolsuzluklarla mücadele edileceğini koydum, bütün yolsuzluk iddialarının üzerine gidileceğini koyduk.

Değerli arkadaşlarım, daha Başbakan olur olmaz, "Çamurun üstünde oturan Başbakan olmayacağını' dedim. Ve şükür ki olmadım. İşte bugün çamurun üstünde oturmaya razı olan bir Başbakan var. Ama hükümet olma uğruna hırsızlık dosyalarının üstüne oturanlar, zamanla yükseldiklerini değil alçaldıklarını göreceklerdir. Çünkü, benim şu hükümet tecrübesinde, şu Koalisyon Hükümetinde gördüğüm, dehşetle gördüğüm en önemli hususlardan birisi şudur; Biz muhalefetteyken, Anavatan Partisi olarak devlet idaresindeki yolsuzluklardan yakındık, usulsüzlüklerden yakındık, yetimin hakkının birtakım çevrelere peşkeş çekildiğinden yakındık. İktidarda gördüm ki, bizim söylediklerimizin eksiği varmış, fazlası yokmuş. İktidardayken gördüm ki, devletteki yolsuzluklar bizim söylediğimizden çok daha ileri boyutlara varmış. TURBAN'dan, kamu bankalarına kadar nereye elimizi atsak trilyonlarca liralık yolsuzluklarla karşılaştık. Anladım ki, Doğru Yol Partisinin bize ortaklık teklif etmesinin asıl sebebi bu yolsuzlukların soruşturulmasını engellemekmiş. Yani değerli arkadaşlarım, şunu söylüyorum: Eğer ben yolsuzluk iddialarının soruşturulmasına karşı çıksaydım; bugün huzurunuzda muhalefet lideri olarak değil, Başbakan olarak gelecektim. Ama o iddiaların soruşturulmasına karşı çıksaydım, ben bugün sizin önünüze çıkamazdım, benim sizin önünüze çıkacak yüzüm olmazdı.

Değerli arkadaşlarım; Doğru Yol Partisiyle koalisyon tecrübemiz 3 ay 3 hafta sürdü. Bu tecrübede edindiğim en önemli ders, Türkiye'de koalisyon hükümetleriyle hizmet etmenin mümkün olmadığıdır, son derece güç olduğudur. Hele hele koalisyon hükümeti bizimki gibi bir azınlık hükümeti ise, Mecliste yeterli çoğunluğa sahip değilse, bu güçlük daha da artar.

Koalisyon ortağımız, iddia ettiği gibi ortak Hükümetin başarısı için bize yardımcı olmamıştır. Tersine, atamalar ve kararnameler başta olmak üzere hemen hemen her işi engelleyip, Başbakanlık sırası kendilerine gelinceye kadar Hükümetin başarısız olmasını sağlamaya çalışmışlardır.

Bütün bu zorluklara rağmen, bu kısa süre içerisinde, bu 100 günlük süre içerisinde, başta kültür, enerji, sulama ve karayolları olmak üzere birçok alanda çok önemli hizmetler yaptık. 100 günde 42 tane kanun tasarısını Meclise gönderdik. Bunlardan 10 tanesi Meclisten geçti. 4 yıl boyunca devlet imkanlarından mahrum bırakılan belediyelerimize biraz da olsa soluk alma imkanım sağladık. Buğday üreticisine destekleme alım fiyatım geçen senekinden 4 ay önce açıkladık, hem de değer fiyatını vererek açıkladık. Yurtdışına çıkışlardaki o fonu kaldırdık. 3 ayda 5 tane barajın temelini attık. Diyarbakır Göksu Barajını hizmete açtık. Adana,'da 2 yıldan beri olduğu gibi bekle yen Çatalhan Barajı'nın su tutmasını sağladık. Bizden önce temelleri atılan ama kamulaştırması bile yapılmayan Birecik Barajının kamulaştırmasını bitirip inşaatını başlattık.

Şimdi değerli arkadaşlarım; eğer 3 senede bu memlekete bir tane bile baraj yapamayanlar, 3 senede bir tane barajı bile hizmete açamayanlar, bizim 3 aylık ortak hükümetimizi icraatsızlıkla suçluyorlarsa onlara "insaf' demek gerekir.

Anavatan'ın başlattığı otoyol hamlesine, şu 3,5 aylık Hükümet döneminde yeniden hız verdik. Karadeniz sahilinde çift yol projesini ihale ettik. Bu hükümet işbaşına geldikten sonra maalesef ilk yaptığı icraatlardan birisi Gaziantep-Şanlıurfa ve Ankara-Kulu arasındaki otoyol ihalelerini iptal etmek oldu.

Değerli arkadaşlarım, bugün karşınızda ibret alınacak bir hükümet tablosu var. Hükümetin küçük ortağı seçim kampanyası boyunca bugünkü ortağına söylemedik söz bırakmamış. Onunla koalisyon yapmanın ülkeye ihanet olacağını söylemiş; sonra Yüce Divan korkusuyla ve tam bir kölelik teslimiyetiyle gidip onun emrine girmiş.

Bugünkü Başbakan 30 yıla yaklaşan siyasi hayatı boyunca savunduğu bütün davaları Başbakanlık makamı uğruna unutmuş. Bir ömür boyu faize karşı çıkarken şimdi KİT'lerin kurtuluşunu yüksek faizde arıyor. "Avrupa Topluluğu Ayyıldızın üstüne haç koymaktır" derken şimdi çıkmış Hükümet Programında Gümrük Birliğini savunuyor.

Şu geçen 2 ay içinde bile görülmüştür ki, bu Hükümet aslında bir Refah Partisi hükümetidir ve Refah Partisi Türkiye'nin iktidara en hazırlıksız olan partisidir. Sokak, sokak ev, ev dolaşıp, "Biz buraya oy almaya gelmedik kaç tane Müslüman olduğunu saymaya geldik" diyenlerin gerçek yüzünü milletimiz iyi görmelidir.

Bu ahlakın sahipleri, bu karakterin temsilcileri kendilerinin İslam dininin koruyucusu ve muhafızı olduğunu ilan ediyorlar. Hayır arkadaşlar, Cenab-ı Allah Kur-an-ı Kerimde "Bu dinin sahibi, bu dinin muhafızı biziz. Onu kıyamete kadar koruyacak olan da biziz" buyuruyor. Bunlar bizim Müslümanlığımıza yadellerin İslamından ilham taşımaya çalışıyorlar. Peygamberine sevgisinden, askerine, öz evladına Mehmet diyen bu millet, Hacı Bektaş'ı Veli ile, Hazret-i Mevlana'yla, Hacı Bayram-ı Veli ile ve Yunus Emre ile Müslüman olmuştur. Hiç kimse, ama hiç kimse bu topraklarda din ticareti yaparak milleti birbirine düşürme fırsatı bulamayacaktır. Hacı Bektaş-ı Veli "Edep yahu" derken sanki bugünkü Hükümet ortaklarını kastetmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye bugün paradan, projeden, krediden önce edepli yöneticiye muhtaçtır; sözüne güvenilen, özüne haram katmamış, emanete ihanet etmeyen siyaset adamına muhtaçtır.

Biz, şu geçen dönemde hep birlikte, bütün Anavatan Partisi olarak bir büyük fazilet mücadelesi verdik. Bugün bu mücadelemizin bedeli bazılarına ağır gibi gözükebilir. Hepimiz, bütün bu olan bitenlere rağmen bizi sorumlu tutanlara dönüp, o köşe yazarlarına dönüp; Nasrettin Hoca fıkrasında olduğu gibi, "Hırsızın hiç mi suçu yok, hiç mi günahı yok" diye soracak durumda olabiliriz. Ama inanıyorum ki, benimle beraber mücadele veren siz değerli arkadaşlarım, bu sınavlardan geçerken, aynı zamanda siyasi ehliyetinizi ispatladınız.

Değerli arkadaşlarım, doğrular er geç anlaşılır. "Cevher yere düşmekle sakıt olmaz" diye bir söz vardır. Hiç bir emek ve hiçbir hak zayi olmaz, yitip gitmez. Bugün bu sınavlardan yüz akıyla çıkan Anavatan Partisi, yarının Türkiye'sini yeni Türkiye'yi kurabilecek bir siyasi parti arayışlarında da tek adres olacağını göstermiştir.

Değerli arkadaşlarım, her şeyin bir bedeli vardır. Hele dürüst kalmanın bedeli her zaman çok pahalı olagelmiştir. Ama insanlık tarihi göstermiştir ki, sonunda kazananlar, hep dürüst, temiz, namuslu kalanlar olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, hepiniz çok iyi biliyorsunuz, yıllardan beri, özellikle benim şahsıma deme diklerini bırakmadılar. Benim en açık söylediklerimi bile alçakça çarpıtmaktan çekinmediler, tıpkı şu "4 eğilim" meselesinde olduğu gibi. Benim sözlerim, kendilerine "şu eğilimdendir, bu eğilimdendir" gibi yakıştırmalarda bulunulan arkadaşlarıma duyduğum saygının bir ifadesidir. Ben bütün arkadaşlarımın Anavatanlı olduklarını söylüyorum.

Bugün her birisi, başka bir partide temsil edilen eğilimlere bizden daha yakın olsalardı o partilerde olurlardı diyorum. Eğer aksi olursa, ev sahibi olan arkadaşlarıma bu çatının altında misafir muamelesi yapmış oluruz. Halbuki ben diyorum ki, bu çatının altında olan herkes, bu evin sahibidir, herkes Anavatanlıdır. Anavatan'ın, Türkiye için bir uzlaşmanın, "Halka Hizmet, Hakk'a hizmettir' ilkesinde Türkiye için birlik mutabakatı olduğuna inanan herkesin ortak çatısı olduğunu söylüyorum. Tescilli Anavatan düşmanları, benim bu söylediklerime zaten yıllardan beri kulaklarını tıkadılar ve istedikleri gibi anlayıp, anladıkları gibi yansıttılar. Şimdi de aynısını Anavatanı karıştırabilmek için yapıyorlar. Buna da şaşırmıyorum. Beni şaşırtan, yıllardan beri söylediğimiz bu sözlerin manasını çok iyi bilen bazı arkadaşlarımın, bugün maalesef onlar gibi, onların ağzıyla konuşuyor olmasıdır. Anlıyorum, bizim dışımızdakilerin kuyruk acıları var; biz onların kuyruklarına basmışız. Ama bize "hırsızın hiç mi günahı yok" dedirten komşularımıza, arkadaşlarımıza ne oluyor.? Halbuki biz bu mücadeleyi bütün zorluklara rağmen bugüne kadar hep beraber vermedik mi ?

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi içinde herhangi bir göreve talip olmak, bu partiye ancak hizmettir. Serbest rekabet ahlakını, yarışta kalite üretmenin yolunu Türkiye'ye öğretmiş olan bir partinin, demokratik bir yarışı kendisine yakışır bir üslup içinde gerçekleştirebilecek, kimsenin söz hakkını yuhalamıyorsak, pet şişeler atarak elinden alacak bir parti olmadığını bütün Türkiye görecektir. Üstelik bizim delegemiz, demokrasi ahlakını ve mücadelesini çok iyi bilir. Hiç kimsenin bu delegelerin iradesine ipotek koymaya gücü yetmez. O arkadaşlarım, aklı ve vicdanı doğrultusunda oy kullanacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bizi tenkit edenlerin haklı oldukları bir nokta var. Biz yaptıklarımızı yeteri şekilde anlatamadık. Çünkü, insanların eninde sonunda doğrudan yana olacaklarına inandık. Aslında bugün buna dün olduğundan daha çok inanıyorum. Şimdi bizim bu partide muhafazakarlığı istemediğimizi söyleyenlere sesleniyorum: Hangisi muhafazakarlık; olur olmaz her fırsatta ağzından Allah kelamını düşürmemek, ama başkalarına talkım verirken kendisi salkımı yutmak mı muhafazakarlık; Yoksa, ben bu Meclise geldiğim ilk gün nasıl bir sorumluluk yüklendiğimin şuuruyla yemin ettiysem bu dünyada olmasa da yarın ahirette Allah bana tüyü bitmedik yetimin hakkını sorar bilinciyle her türlü ikbali elimin tersiyle bir tarafa iterek, memleket sevgisi ve Allah korkusuyla siyaset yapmak mı muhafazakarlık.?

Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi bu ülkede "Halka Hizmet Hakk'a Hizmet" diye yola çıkmadı mı. Hangisi halka hizmet, hangisi Hakk'a hizmet. Halkımız bizden dürüstlük istemiyor mu? Halkımız bizden dürüst olmamızı beklemiyor mu? Halkımızın siyasetçilere güvenmemesinin altında bu yolsuzluklar, bu hırsızlıklar, siyaset adına söylenen bu yalanlar yatmıyor mu? Ne pahasına olursa olsun, Başbakan kalıp da iktidar nimetlerini başkalarıyla paylaşmak mıdır Allah rızası; yoksa o yetimin hakkını ne pahasına olursa olsun korumak mıdır? Çıkıp insanların karşısına, "Bir elimde bilgisayar bir elimde Kuran-ı Kerim var'" demek midir zor olan yoksa benim yaptığım mıdır?

Elbette Anavatan Partisi iktidar istiyor, elbette iktidar istiyorsunuz, ben de iktidar istiyorum; ama bu, nasıl olursa olsun da iktidar olsun demek değildir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi ben bir defa daha söylüyorum; yaptığımdan zerre kadar pişman değilim. Yüz kere aynı duruma gelsem yüz kere aynı şeyi yaparım. Çünkü demin söyledim, inanıyorum ki, eğer başka türlü davransaydım, siz Anavatan ailesinin mensuplarını mahcup ederdim. Bu dava arkadaşlarım benden utanırlardı, partilerinden utanırlardı.

Sevgili arkadaşlarım; gecenin karanlığının en koyu olduğu an, sabahın da en yakın olduğu zamandır. Bin bir türlü yalan ve suiistimal ile halkımızı şaşırtıp yanıltanlar, bizzat halkımız tarafından teşhis edilmiştir. Çünkü onlar pek kolayca ve büyük bir teslimiyet içinde anlaşıp uzlaştıkları o yolsuzluk, kokuşmuşluk ve ihtiras bataklığında aslında birbirlerini teşhir ediyorlar. Yani "Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştur."

Şimdi artık bizim bunların gerçekte nasıl olduklarını anlatmaya, maskelerini düşürmeye çok büyük gayret sarf etmemiz gerekmiyor. Bizim yapmamız gereken; nasıl mutlu ve müreffeh bir Türk kuracağımızı halkımıza anlayabileceği biçimde açık açık anlatmaktır.

Değerli arkadaşlarım, biz yeni bir Türkiye özlüyoruz. Bu yeni Türkiye başka bir ülke değil, bizim ülkemiz Türkiye'dir. Hani şu, "Anoy Yemen'dir, gülü çemendir" diyen türküyü dinlediğimizde gözlerimizde yaş, burunlarımızda ince bir sızı olan memleketimiz. Hani sabahları bizi uykumuzdan bir tebessümle içimize huzur doldurarak uyandıran ilahi nameler dalga dalga şahadetleri dinimizin temeli ol ezanların yayıldığı memleketimiz, Türkiye'miz. Hiç gitmediğimiz, görmediğimiz, uzak dağ köylerinde, orman içlerinde hısımlarımız, dostlarımız, kardeşlerimiz olan memleketimiz, bizim Türkiye'miz. Hani insanları birbirine selam verirken içi sevgi kaynayan muhabbet kaynayan, komşusu rahat değilken kendi rahat etmeyen, tarlada, fabrikada, mütevazı dükkanında, sokakta işporta tezgahında ya da bir de· dairesinde helal rızk için istemediğini başkalarına yapmayan, dürüst, namuslu, onurlu insanla yaşadığı memleket, bizim Türkiye'miz. Hani Hakkari den Mehmet'le Giresun'dan Ahmet'in, Çanakkale'de omuz omuza savaşıp koyun koyuna şehit düştükleri, bir hilal uğruna ne güneşlerin battığı aziz ve mukaddes memleketimiz, bizim Türkiye'miz. Hani şu; gaflet ve delalet içinde, hatta hıyanet içindeki bazı basireti bağlanmışların son zamanlarda hem istiklalini hem istikbalini tehlikeye düşürdükleri, varlık içinde yokluk, imkan denizinden zorluk bataklığına sürüklenen insanların umutlarının tükenmekte olduğu, korkularının artmakta olduğu, bağırlarında sabır içinde bir öfke, sükût içinde bir çığlık saklayan memleketimiz, bizim Türkiye'miz. Her şeyimizi borçlu olduğumuz, bizi koynunda şefkatle besleyip büyüten anamız, Anadolu'muz.

Değerli arkadaşlarım, biz işte bu ülkeye ola borcumuzu ödemek istiyoruz. Biz, bizden sonra gelecek olan nesillerden utanmamak istiyoruz. Biz bu güzel ülkenin güzel insanlarına ve sevgili yavrularımıza çağdaş, mutlu ve müreffeh bir ülke vermek istiyoruz. Bu bizim bu ülkeye olan borcumuzdur. Bizim yeni Türkiye dediğimiz işte bu ülkenin mutlu geleceğidir.

Peki o Türkiye nasıl bir Türkiye olacak? Siyasi, idari, ekonomik, tüm değerlerinin ve tüm kuruluşlarının merkezine insanı koyan, her şeyin insanımızın mutluluğu için olduğuna inanan bir yönetime sahip bir Türkiye. Ne din, ne mezhep, ne ırk, ne sosyal sınıf hiçbir fark gözetmeden, kimseyi olduğundan başka türlü olmaya ya da davranmaya zorlamayan, aksine nasıl inanmak, nasıl düşünmek, nasıl yaşamak istiyorlarsa, demokratik hukuk Devleti ilkeleri içinde buna imkanlar sunan, vatandaşıyla devletin kavga etmediği, vatandaşın devletine olan inancı ve sadakatiyle başka bağlılıklar aramaya lüzum görmediği, adaletle hizmet eden, bu devlete vergi vermekten zevk duyduğu, gerçek bir demokratik hukuk devleti ve çağdaş bir toplum yapısına kavuşmuş, çalışkan, üretken, dürüst, faziletli, vatansever insanların fırsatlar ülkesi Türkiye. Zengin ve üretken ekonomisi, kaynaklarını israf etmeyen, zenginliğini adil bölüşen, şahsiyetli ve etkili dış siyaseti, modern ve güçlü savunmasıyla içte ve dışta huzur ve güven kaynağı olan Türkiye.

Değerli dava arkadaşlarım, sevgili Anavatan bu salondan çıktığınız zaman komşularınız, arkadaşlarınız, hısımlarınız size, Anavatan Partisi olarak bunu nasıl yapacağımızı soracak. Eğer size, bütün bunları nasıl yapacağı sorarlarsa, bir an bile tereddüt etmeden demelisiniz ki: "Geçmişte nasıl yaptıysak şimdi de öyle yapacağız." Çünkü, bu gerçeği yalnızca Türkiye değil, bütün dünya biliyor. Bizi Adriyatik'ten Çin Seddine kadar uzanan bir Türk medeniyetinin umutlarının yeşermeye başladığı günlerden, bu bölünüp, parçalanmak korkularına sürükleyen birtakım basireti bağlanmış politika cambazlarının tenkitlerine kulak asmayın. Onlar ve onlar gibi olanlar, biz 1983'de bu ülkenin ihracatında, telekomünikasyonunda, ulaşımında, altyapısında, sanayisinde neleri yapacağımızı söylediğimiz zaman da aynı basiretsizlikle "olmaz, yapamazsınız" demişlerdi. Ama biz kurucu Genel Başkanımız Rahmetli Özal'ın önderliğinde masaya yumruğu vurarak; "Biz yaparız, siz de asla mani olamazsınız" dedik ve öyle yola çıktık ve sonunda görüyorsunuz ne söylediysek yaptık. Bize oy versin vermesin, bütün Türkiye biliyor ki herkesin gözü önünde yaptık.

Değerli arkadaşlarım, bu millet kendisinden olanları çok iyi bilir. Yiğitçe bir kararlılıkla söylenen söze kulak verir. Çünkü, kendi kulağına fısıldanan vesveselerle, korku ve evhamla, günü kurt telaşıyla bir yere varamayacağını artık bu kadar tecrübeden sonra öğrenmiştir. Artık kimin muhteris bir riyakarlık içinde bulunduğunu bilebilecek tecrübeye sahiptir. Kimin elinin içerde, aklının ayağının dışarıda olduğunu bu millet çok iyi bilir. Yeter ki siz onlara bu işi çözeceğinize dair umut verin. Yeter ki, sizin kendi derdiyle dertlendiğinizi, her zaman onunla beraber mücadelesini vereceğinizi görsün. Bakın o zaman, sağda solda "Anavatan bitiyor" diyenler, Anavatanın bir sel gibi iktidara geldiklerini gördüklerinde, içeride kalan o bir ayaklarını da kurtarmak için telaşa kapılacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, bizim hatalarımız, yanlışlarımız olmadı mı? Elbette ki oldu. Özellikle muhalefet dönemimizde yaptığımız bir hatayı iyi tespit etmemiz gerek. Biz daima son derece kaliteli ve hazırlıklı kadrolarımızın yaptıkları çalışmalarla memleketin kanayan yaralarına, aksayan yanlarına çareler ürettik. Eğitim için bir model, sağlık sorunlarını çözmek için bir model, sosyal güvenlik, şehirleşme, ekonomi için modeller önerdik. Ama, bizim bu gayretlerimiz maalesef çoğu zaman halka ulaşamadı, pek çok sebeplerle halka ulaşamadık.

Medya yeteri kadar sesimizi duyurmadı; biz kendimizi iyi anlatamadık. Bir de, hepsinden önemlisi, günü kurtarma telaşına düşmüş insanlarımız bu önerilerimize her zaman yeteri kadar ilgi duymadılar. Ancak, biz bir hususu ihmal ettik; bu önerdiğimiz yeni modellerin, çözümlerin bağlanacağı ana yapıyı, sistemi tartışmadık. Bundan maksadımız, memleketimizin birlik ve selameti için kargaşa çıkmasına sebep olacak tartışmalar yaratmaktan uzak durmaktı.

Günü kurtarma, karnını doyurma telaşından başka bir şeyi gözü görmeyen insanlarımız, 5 yıllık bir israf ve talan döneminde büsbütün umutlarını yitirmeye başlayınca, birileri, sözüm ona adil, ama hayali bir düzen vaad ettiler. Umut fakirin ekmeğidir. Ekmeği elinden alınan halkımız çaresizce bu hayalin peşine düştü. Çünkü, gözü bir şey görecek halde değildi. Biz reform önerdiğimiz zaman bizim söylediklerin itibar edilseydi, ülke bu duruma düşmezdi. İşin kötüsü, şimdi o hayalin de fos çıktığı görülüyor.

Umudu kalmayan bir toplum için sosyal patlamalar kaçınılmazdır. Hantal bir devlet yapısı üstüne bir de beceriksiz ve duyarsız yönetim koyarsanız, kantarın topuzunun kaçmaya başladığını görürsünüz. Bu umutsuzluğun, bu tıkanmış sistemin bir rejim bunalımına dönüşmesini istemiyorsak, sorunlarımızın kan dökülmesine varacak kadar büyümeden çözülmesini istiyorsak, bugün devletine küs gibi dursa da, bugün birbiri ile anlaşamamış izlenimini verse de, halkımız da tamamıyla bu çözümden, barış ve kardeşlikten yanadır. Çünkü, herkesin paylaştığı esenlikte bereket vardır; paylaştıkça artar. Halkımız bunu biliyor. halkımız bunu istiyor.

Şimdi bize düşen, inançla, kararlılıkla, cesaretle öne atılmaktır. Halkımızın özlediği etkin, dinamik, verimli ve adil devleti yeniden yapılandırmak için; din, dil, ırk. mezhep, gelir düzeyi gibi ayrımların ortadan kalktığı, eşit ve adil bir yapı içinde, barış ve esenlik içinde, bir arada mutlu yaşayan, karnı tok, sırtı pek, geleceğe umutla bakan insanların ülkesi Türkiye için kendimizi adadığımızı milletimize anlatmalı, onlara bunu göstermeliyiz.

Onlara, mucizeler yaratan kurtarıcılar olmadığımızı, azimle. sabırla çalışıp boş peteğini kovanla bal ile dolduran arılar olduğumuzu anlatmalıyız. Boş ve anlamsız tartışmalarla kaybedecek bir dakikamızın bile olmadığını, süratle gelişen, değişen bir dünyada çocuklarımız için, geleceğimiz için de şeyler yapmak zorunda olduğumuzu anlatmalıyız. Dün bize mehtaba bakarak anlattıkları "Aydede" masallarının, bugün nasıl Mars'ta muhtemel bir hayat izine dönüştüğünü görmemiz gerektiğini, yoksa, çocuklarımızın bizi acıklı bir tebessümle alaya alacaklarını anlatmalıyız. Üstelik, bütün bunları gerçekleştirmek için bugün çekmekte olduğumuzda daha az bir zahmete katlanmamız gerektiğini anlatmalıyız. Bunu mucizelerle değil, Türkiye'nin aklını ve namusunu temsil eden Anavatan Partisi ile halkın rızasını buluşturarak hep birlikte yapacağımızı anlatmalıyız.

Değerli dava arkadaşlarım; bütün bunlar gerçekleştirmek için ne mucize kaynaklara, ne de kurtarıcılara ihtiyacımız var. Türkiye'nin aslında her şeyi var. Türkiye'nin, en başta insanlarımızın yaratıcı zekası ve emeği olmak üzere çok zengin kaynakları var. Yeter ki, israfı önlerken insanlarımızın önünü açalım. En önemli eksiğimiz demokrasidir; yeter ki, çoğulcu, katılımcı demokrasiyi kuralım; yeter ki, Anavatan'ın aklıyla Türkiye'nin rızasını buluşturalım,

Değerli arkadaşlarım unutmayın; Türkiye dürüst bilgili, cesur Anavatan kadrolarını bekliyor. Anavatan Partisi olarak, bundan sonra da sabırla, yılmadan yorulmadan, bıkmadan, kararlılıkla hedefimize yürümeye devam edeceğiz. Lütfen, illerinize, ilçelerinize, beldelerinize, köylerinize sevgi dolu, ümit dolu zaferimize inanç dolu yüreğimi götürün.

Hepinizi; bu salonda olan, bu salonda olmayan bütün Anavatanlıları bu inançla kucaklıyorum Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Büyük Kongremiz partimize ve milletimize hayırla uğurlu olsun. Yolumuz açık, Allah yardımcımız olsun.