DEVLET BAKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
HAYALİ İHRACAT KONUSUNDAKİ ARAŞTIRMA ÖNERGESİ ÜZERİNE YAPTIĞI KONUŞMA

14 Şubat 1985 Perşembe

* * *

DEVLET BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan Yüce Meclisin değerli üyeleri; İçel Milletvekili Sayın Fikri Sağlar ve 9 arkadaşı tarafından verilen Meclis araştırması önergesi üzerinde, hükümetin görüşlerini açıklamak ve Yüce Meclise bilgi vermek için huzurunuzdayım.

Önergede araştırmanın amacı; “Hükümetin çözmekte acz içine düştüğü hayali ihracat olayının sonuçlarını ortaya çıkarmak, kamuoyundaki kuşkuları gidermek” şeklinde ifade edilmiştir. Hükümetin acze düştüğü iddiası doğru değildir. Tam tersine, bu olayları daha kamuoyuna yansımadan çok önce bizzat tespit ederek üzerine giden, hükümetin kendisi olmuştur. Bu, herhalde önergede ifade edildiği gibi, olayları hasıraltı etmeye çalışan bir hükümetin tutumu olamaz. Binaenaleyh, tartışmanın hiçbir safhasında bu gerçeği hatırdan çıkarmamanız gerekir.

Bu tartışmanın ortaya koyduğu bir başka gerçek daha var. Türkiye bugün artık “Döviz gelsin de nasıl olursa olsun, nasıl gelirse gelsin” düşüncesini gerilerde bırakmıştır. 1980 öncesi dönemde Türkiye döviz açısından çaresizlik içinde kıvranırken “Katlı kur politikası” gibi bazı zecri politikaları uzun yıllar uygulamış, hatta 1979 senesinde bir ara işçi dövizlerine, resmi dövize oranla yüzde 30 fark ödemek suretiyle, bugün hayali ihracat olayında sağlanması amaçlanan ek menfaati devlet, kendisi sağlamayı kabul etmiştir.

Sayın milletvekilleri, ihracatın artırılması Türkiye’nin gündemindeki en hayatı meselelerden biridir. İhracatın önemi, sadece kalkınma hızını belirleyen en önemli faktör olmasından gelmiyor, fiyat istikrarı, istihdam gibi başka birçok konu da ihracatla yakın ilişkilidir. Geçmişte Türkiye ne zaman ödemeler dengesi bakımından sıkıntıya düşmüşse, arkasından ekonomik ve siyasi bunalımlar gelmiştir. 24 Ocak 1980’de yeni bir ekonomi politikasına geçilirken, hükümetin önündeki en kritik mesele ihracatın artırılmasıydı. Bu amaçla bir dizi tedbir alınmıştır; ihracatçıya ucuz kredi verilmesi, ihracata vergi iadesi ödemesi yapılması gibi, daha önceden uygulanan bazı tedbirler genişletilerek devam ettirilmiş, bunun yanında ihracatçının getirdiği dövizin bir kısmının kendi ihtiyacı için kullandırılması gibi ek bazı teşvikler getirilmiştir. Aynı zamanda, vergilendirmede ihracatçılara bazı indirimler sağlanmıştır.

Bu teşvik politikası sayesinde Türkiye, geçtiğimiz 5 sene içinde ihracat artışında dünya rekoru kırmıştır. 1979 yılında 2 milyar 260 milyon dolar olan Türkiye’nin ihracatı, 1984 yılında 7 milyar doları geçmiştir. 1983’teki duraklamaya rağmen 1984’te 7 milyar doları geçmiştir. Aynı dönemde dünyada bu oranda artış sağlayan başka hiçbir ülke yoktur. (ANAP sıralarından alkışlar) Bakınız, 1979 senesinde, neredeyse Türkiye’nin 2 katı ihracat yapan Yunanistan, bugün bizden çok gerilerde kalmıştır.

DEVLET BAKANI A. MESUT YILMAZ (Devamla) - Kısacası, ihracatı teşvik politikası, genelde hedefine ulaşmıştır.

Teşvik politikası demek,ekonominin normal seyri içerisinde ulaşılmayan veya yetersiz olan bazı sonuçlara, bu süreci zorlamak suretiyle ulaşılması demektir. Bunun da belli bir maliyeti vardır; her teşvik politikasının belli bir maliyeti vardır. Şu veya bu şekilde suiistimaller olabilir; ama öte yandan bugün dünyada ihracat alanında kıyasıyla bir rekabet var ve ihracat dövizi aslanın ağzındadır. Bu nedenle, bütün devletler bu sakıncalarını bildikleri halde, ihracata teşvik politikası uygularlar. Ancak bu politikanın dinamik biçimde uygulanması lazımdır. Nitekim, ucuz ihracat kredilerinin ihracat dışı alanlara kullanıldığının anlaşılması üzerine, 1980 Temmuzunda bu kredilere ek bazı mükellefiyetler; teminat zorunluluğu, cezai faiz uygulaması getirilmiştir. Bu tedbirler sayesinde ihracat kredisinin başka alanlarda kullanılması, yani suiistimali geniş ölçüde önlenmiştir. Tamamen ortadan kaldırılabilmiş midir; kaldırılmamıştır; ama unutmayın ki, bugün Batı ülkelerinde de ihracatı teşvik tedbirleri uygulanıyor ve oralarda da buna benzer suiistimaller, sızıntılar olmaktadır. Bunlar bir yerde, ihracatta sağlanan artışın alternatif maliyetidir. Elbette hükümetlere düşen, bu tür suiistimal kapılarını kapamak, haksız kazanca mani olmaktır. Bunu yaparken de asıl geniş ihracatçı kitleyi tedirgin etmemek, olanların şevkini kırmamak zorundasınız. Yani mesele, fevkalade hassas bir meseledir.

Şimdi geliyorum önergede ve önergeye kaynak olan bazı basın organlarında yanlış olarak, “Hayali ihracat” diye adlandırılan olaya. Hayali ihracat veya teknik deyimiyle fiktif ihracat, bir malın fiilen ihraç edilmemiş olmasına rağmen, ihraç edilmiş gibi gösterilmesi ve bedelinin döviz olarak yurda getirilerek Türk Lirası karşılığının tahsil edilmesidir; hayali ihracat budur.

Hayali ihracat niçin yapılıyor? İhracata verilen vergi iadesini tahsil etmek için yapılabilir. İhracatçıya sağlanan ucuz kredi karşılığında verilen döviz taahhüdünü kapatmak için yapılabilir. Yani mesele, esas itibariyle teşvik tedbirlerinin suiistimali meselesidir.

Başka bir suiistimal şekli daha var. Vergi iadesi fistesinde yer almayan veya düşük vergi iadesi verilen bir malı, yüksek vergi iadesine tabii bir mal gibi gösterip ihraç edebilirsiniz. Böylece, hak ettiğinizden daha fazla vergi iadesi almış olursunuz; ama bu 2 tip olay da bizim konumuzun dışındadır; çünkü bunlar kaçakçılık olaylarıdır. Bu olaylar emniyeti ve gümrük teşkilatını ilgilendiren olaylardır. Bu olaylar, Gümrük kanunu hükümlerine göre önlenmeye çalışılmakta ve eğer fiilin işlenmesinden sonra tespit edilmişlerse, 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibi Hakkındaki Kanun hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

Teşvik tedbirlerinin, asıl konumuzu teşkil eden 3 üncü bir suiistimal şekli ise, ihraç edilen bir malın değerinin olduğundan daha fazla gösterilip, yurt dışında sağlanan dövizlerin gerçek ihracat bedelinin üzerine eklenerek, mal bedeli gibi yurda getirilmesidir. Konumuz, sadece bu olaya münhasırdır. Bu yola başvurmanın amacı, gene vergi iadesinden faydalanmak ve döviz taahhütlerini kapatmaktır. Ancak, bu olay, daha önceki 2 olaydan karakteri itibariyle farklıdır. Burada hayali bir ihracat söz konusudur. Diğer 2 olaydan suiistimalin gümrük muayene memurları tarafından tespiti mümkünken, bu tür suiistimalin ancak uzmanlarca tespiti mümkündür. Dolayısıyla bu olay, basit bir zabıta olayı değil, ekonomik bir olaydır.

Şimdi, bu tip suiistimal olaylarını önlemek için, teşvikten faydalanılan her malın fiyatının kontrol edilmesi, bir rayiç bedelin tespit edilmesi ve bu fiyatın üzerinde olan ihraç fiyatlarına müsaade edilmemesi bir tedbir olarak önerilebilir; ama böyle bir tedbir, hem ticaretin serbestisi ilkesine uymaz, hem de bizim asıl amacımız olan, ihracatta bürokrasinin kaldırılması amacıyla çelişir. Neticede, çok katlı bir ihracat bürokrasisi yaratırsınız ve ekonomi zarar görür. Ekonomiye zarar vermeden başvurulabilecek tek çözüm, bu teşvikleri azaltmak ve zaman içerisinde giderek kaldırmaktır.

Sayın milletvekilleri, şimdi hükümet ne yapmış bir de ona bakalım. 1983 Aralığında hükümete gelmişiz, 1984 Ocağında ihracatta vergi iadelerinin belli bir takvime göre düşürüleceğini açıklamışız, takvimi de ilan etmişiz. Sonuçta, 1984 yılında ihracatta vergi iadesini toplam yüzde 45 oranında düşürmüşüz. İhracat kredisi faizinin 1984 Şubatında yüzde 40’a, 1984 Temmuzunda yüzde 45’e çıkmasını sağlamışız. 1985 yılı başında da düşük faizli , vergi, resim ve harçtan muaf ihracat kredisi uygulamasını tamamen kaldırmışız. Bunları yaparken 3 tane amacımız var; hem ihracatta öz kaynak kullanımını zorlamak istiyoruz, hem teşviklerin suiistimalini önlemek istiyoruz, hem de ihracatın bütçe üzerindeki yükünü azaltmak istiyoruz. Bu arada, geçen yılın ocak – mart döneminde bazı firmaların ihracat bedellerini şişirerek suiistimal yaptıklarından şüphelenilmiş ve cesaretle üzerine gidilmiştir. Hemen ifade edeyim ki, bu olayla ilgili olarak çeşitli çevrelerde yapılan spekülasyonların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.

1984 yılında 315 milyar liraya ulaşan vergi iadeleri ödemeleri içinde, fazladan ödendiğinden şüphelenilen miktar 5 milyar lira dolayındadır. Toplam 16 firma incelemeye alınmıştır. Hazine ve kambiyo kontrolörleri ile Maliye ve Gümrük Bakanlığı hesap uzmanlarınca hem yurt içinde, hem de yurt dışında yapılan incelemeler sonucunda, bugüne kadar 4 firma savcılığa verilmiş, 4 firma ise temize çıkmıştır. 8 firma ile ilgili incelemeler halen devam etmektedir. İnceleme ve soruşturma sonuçları alınmadan bu firmaların isimlerini açıklamanın, hem söz konusu firmaların ticari itibarı, hem de genel ihracatımız açısından telafisi güç durumlar yaratacağına inanıyoruz.

Sonuç olarak; hükümetimiz olayı örtbas etmek niyeti ve gayreti içinde değildir. Ancak, ihracatçılarımızı tedirgin etmeyi istemediğimiz doğrudur. Benzer olayların tekerrürünü önleyici bütün tedbirler alınmıştır. Bugün yürürlükte olan teşvik sistemi suiistimale kapalı bir sistemdir. Geçmişteki suiistimallerden ötürü Hazinenin zararı da mutlaka tazmin ettirilecektir. Hükümetimiz bu son derece teknik konuda incelemelerin, devletin inceleme elemanlarınca sonuçlandırılmasının ve sonuçların yüce Meclise sunulmasının daha doğru olacağı görüşündedir. Bu nedenle araştırma önergesine katılmıyoruz.

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)

TRT KONUSU

DEVLET BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Tutum’un sözlü soru önergesindeki sorularına sırasıyla cevap veriyorum.

1. Türk dilinin kurallarına uymayan, henüz genel kabul görmemiş ve standart Türkçe seviyesine ulaşmamış kelimeler, TRT yönetim Kurulunun 26.10.1984 tarihinde aldığı kararla, dil uzmanlarından kurulu bir geçici danışman kuruluna tespit ettirilmiştir. Bu kelimeler daha sonra yönetim kurulunun 20.12.1984 tarihli toplantısında incelenmiş ve kullanılmamaları yolunda karar alınmıştır.

2. Bu kelimeler Anayasamızda bulunmamakta veya çok nadiren kullanılmaktadır. Başbakanlığın 1984/18 sayılı Genelgesiyle Anayasadaki kelimelerin kullanılması bütün kamu kurum ve kuruluşlarına tamim edilmiştir. TRT yönetim Kurulunun kararı, adı geçen genelgenin uygulanmasını sağlamaya yöneliktir. Alınan kararın kanuni dayanağı, Anayasa dilinin kullanılması hususundaki Başbakanlık genelgesi ve 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunun 5 inci maddesinin (g) bendidir.

3. TRT Kurumu, 17.7.1984 tarihinde, Atatürk Kültür Dil ve Tarih yüksek Kurumu Dil Kurumu Başkanlığından dil konusunda yardım ve tavsiyelerini istemiştir. Alınan 22.8.1984 tarihli cevapta, “Anayasa dilinin şimdilik esas alınabileceği” ifade edilmiştir.

4. Yukarıda verilen bilgiler dikkate alındığında TRT Genel Müdürlüğünün dil mahkemesi gibi hareket etmediği, aksine mevzuatın kendisine verdiği görevi yerine getirme gayreti içinde olduğu görülmektedir.

5. Kanunların ve diğer mevzuatın uygulanmasının zorlama olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Kurumun bu konuda yaptıkları, kendisine verilen görevin yerine getirilmesidir.

Asıl zorlama, henüz halk kitleleri tarafından benimsenmemiş, standart Türkçe seviyesine ulaşmamış birtakım kelimelerin devlet yayın kuruluşu olan kurum tarafından ısrarla kullanılarak halka zorla benimsetilmeye çalışılmasıdır. TRT’nin bu zorlamaya müsaade etmemesi, uymak mecburiyetinde olduğu mevzuat icabıdır.

Saygılar sunarım.