DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
TÜRK DIŞ POLİTİKASI KONUSUNDA YAPTIĞI AÇIKLAMA

 

2 Şubat 1988 Salı

* * *

DIŞİŞLERİ BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, konuşmacıya cevap vermek üzere söz istiyorum efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Köse’nin biraz önce yaptığı, aslında birbirinden çok farklı konuları ihtiva eden ve zannediyorum 20 dakika süren gündem dışı konuşmasını vesile ittihaz ederek, Hükümetimin, İsrail tarafından işgal altında bulundurulan Arap topraklarında yaşayan Filistin halkına reva gördüğü ve insan hakları ile bağdaşmayan uygulamaları konusundaki girişimleri hakkında Yüce Meclise bilgi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.

16 Aralık 1987 tarihinde, Dışişleri Bakanımız tarafından yapılan açıklamada, aynen şu ibareye yer vermiştir: “Türkiye, daha önce de birçok kez belirttiği gibi, bu olaylardan samimiyetle üzüntü duymakta, işgal altındaki Arap topraklarında yaşayan yerli halkın, insan haklarını ihlal eden keyfi İsrail tedbir ve uygulamaların kınamakta ve bu şiddet hareketlerine son verilmesi hususunda İsrail’e çağrıda bulunmaktadır.”

Daha sonra (6 Ocak 1988 tarihinde) önemli bir gelişme olmuştur. Bu tarihte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail’e, söz konusu davranışlarından vazgeçerek, işgal altındaki topraklarda uluslar arası sözleşmeler uyarınca kendine düşen sorumlulukları üstlenmesi için çağrıda bulunan bir kararı ittifakla kabul etmiştir.

Bu kararın kabulünün hemen ertesi günü (7 Ocak tarihinde) Bakanlığımızdan yapılan açıklamada, “Bu kararın Türkiye tarafından da desteklendiği” açıkça ifade edilmiştir.

Daha sonra (22 Ocak 1988 tarihinde) Ankara’daki İsrail Maslahatgüzarı Bakanlığımıza davet edilmiş ve Müsteşarımız kendisine, “İsrail’in olayları bastırmak için kullandığı aşırı sert güvenlik önlemlerini – daha önce birçok kez olduğu gibi- kınadığımızı” belirtmiş ve “İsrail’in, işgal altındaki Arap topraklarında yaşayan Filistinlilerin insan haklarını ihlal eden bu keyfi davranışlara bir an önce son vererek, uluslar arası sözleşmeler uyarınca kendine düşen sorumlulukları üstlenmesini” önemle istemiştir.

Ayrıca, 21 Ocak 1988 tarihinde, İsrail Maslahatgüzarını tekrar Bakanlığımıza davet ettik. Müsteşar Yardımcımız, Türkiye’nin, işgal bölgesinde yaşayan Filistinlilere gıda yardımına bulunmak arzusunu ve bu konuda İsrail’den kolaylık gösterilmesi talebimizi iletmiştir.

Sayın milletvekilleri, memnunlukla söylüyorum ki, 1967 yılından bugüne kadar, İsrail Devleti, kendi işgal bölgesinde yaşayan Filistinlilere yardım etmek üzere, ilk defa Türkiye’nin talebini kabul etmiştir. Bu gıda yardımını, önümüzdeki günlerde gerçekleştirmek üzere hazırlık çalışmalarımızı yürütüyoruz.

Yüce Meclise son olarak ifade etmek istediğim husus şudur: İşgal bölgesindeki gelişmeler, Hükümetimiz tarafından dikkatle ve hassasiyetle izlenmektedir. Yüce Meclisin de hissiyatına tercüman olduğumuzu bilerek, olayların gelişmesi karşısında gerekli girişimleri ve tepkileri göstermekte bundan sonra da tereddüt etmeyeceğiz.

Yüce Meclise saygılarımla arz ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir grup sayın SHP milletvekilinin, bazı dış politika konularında genel görüşme açılması talebiyle verdikleri önerge hakkında Hükümetimin görüşlerini huzurunuzda ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, 26 Ocak günü Yüce Mecliste bazı sayın milletvekillerinin açıkladıkları görüşler hakkındaki düşüncelerimizi de, huzurunuzda belirtmek isterim.

Önce, şunu ifade etmek isterim ki, muhalefet partilerimizin dış politika konularına ilgi duymasını memnuniyet verici bir gelişme sayıyoruz. Bu konularda muhalefete bilgi vermekte, kendileriyle görüş alışverişinde bulunmaktan, ancak memnunluk duyarız. Dış politika konularında Yüce Meclisin verdiği destek, daima en kuvvetli dayanağımız olmuştur. En güzel geleneklerimizden birisi, öteden beri, dış politika konularının Türkiye’de iç siyasi çekişmelere malzeme olarak kullanılmamasıdır. Bu konuda şimdiye kadar sürdürülen dikkat ve titizliğin, bundan sonra da devam edeceğine inanıyoruz, Son seçim kampanyası, bu konudaki dikkatli yaklaşımımızın yeni bir göstergesini oluşturmuştur.

Muhalefet partilerinin dış politika konularında yüce Mecliste görüşlerini ifade etmelerini de memnunlukla karşılarız. Yurt dışı temaslarımızda, Türkiye’deki muhalefet partilerinin, basının ve kamu oyunun milli davalarda gösterdikleri hassasiyeti de ifade etmeyi görev sayıyoruz; ancak, muhalefetin de dış politika konularında aynı yapıcı yaklaşımı ve aynı dikkati göstermesini bekliyoruz. Bu bakımdan, önerge sahibi Sosyaldemokrat Halkçı Parti grup yöneticilerinin ve bazı milletvekillerinin, bu defa sundukları genel görüş önergesinde kullanılan üslubu yadırgadığımızı ifade etmek zorundayım.

Önergenin bir yerinde aynen şöyle denilmektedir: “Ülkenin kaderiyle, geleceğiyle yakından ilgili böylesine yaşamsal bir konuyu, asker teknokratlarla diplomat bürokratların ve her türlü yönlendirmeye ve baskıya açık resmi siyaset kadrolarının kapalı dünyalarına terk etmek büyük yanılgı olur.” Önergede kullanılan ifade aynen budur.

Sayın milletvekilleri, yüksek huzurunuzda, bu ifade tarzını reddettiğimizi açıklamak isterim. (ANAP sıralarından alkışlar) Cumhuriyet hükümetinin resmi siyasi kadroları hiçbir zaman yönlendirmelere ve baskılara açık olmamışlardır ve bugün de açık değildirler. Türk Milletini temsilen görev yapan siyasi kadroların şu veya bu dış baskılara boyun eğmeleri de söz konusu olamaz. Burada bizler, tarih boyunca hiçbir ülkenin boyunduruğuna girmemiş, hiçbir ülkeye boyun eğmemiş bir milleti temsil ediyoruz. Bizden önceki cumhuriyet hükümetleri de, bizim Hükümetimiz de milli menfaatları en üstün değer sayan ve onlardan taviz vermemeyi görev bilen bir zihniyetin temsilcileridir. Bizden sonraki cumhuriyet hükümetlerinin de aynı şerefli geleneğin temsilcileri olacaklarına da yürekten inanıyoruz.

Önergede sözü edilen konuların kapalı kapılar ardında yürütüldüğü iddiası da doğru değildir. Bu konudaki görüşlerimizi, düşüncelerimiz ve Türkiye’nin takip ettiği politikayı her vesileyle en açık şekilde ifade ettik ve ifade etmeye devam edeceğiz. Dışişleri Bakanı olarak, bu konuda bilgi almak ve görüş ifade etmek isteyen sayın muhalefet partileri yetkililerine kapımız daima açıktır ve açık kalmaya devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, geçtiğimiz aralık ayında Washington’da Amerika Birleşik devletleri ve Sovyet liderleri arasında gerçekleşen zirve toplantısı, müspet yönde atılmış tarihi bir adımı teşkil etmiştir. Zira, ub antlaşma ile, tarihte ilk defa belirli bir kategori nükleer silah kaldırılmış olmaktadır. Bu silahların kaldırılması, Türkiye üzerindeki nükleer tehdidinde bir ölçüde azalmasına imkan verecektir. Tabiatıyla bu, maruz bulunduğumuz nükleer tehdidin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Halen, Sovyetlerin elindeki çok sayıda taktik nükleer silahın ve taktik nükleer bombaları ve füzeleri taşıyabilecek Sovyet uçaklarının menzili içinde, Türkiye de bulunmaktadır. Bu bakımdan, bu konularda değerlendirme yaparken, meseleyi bir bütünlük içinde görmekte ve gerek nükleer, gerek konvansiyonel alanlarda Varşova Paktının üstün imkan ve kabiliyetlerini göz önünde bulundurmakta yarar vardır.

NATO’nun temel stratejisi, işte bütün bu unsurları dikkate alan bir yaklaşımla tanzim edilmiş ve muhtemel bir saldırıyı caydıracak imkan ve kabiliyetlerin elde bulundurulması esasına dayandırılmıştır. Esnek mukabele ve ileri savunma şeklinde özetlenebilecek bu savunma sayesinde NATO, bugüne kadar, Avrupa’da barışın etkili bir biçimde korunmasını sağlamıştır.

Türkiye, INF Anlaşması konusundaki yaklaşımını ve düşüncelerini, müzakerelerin çeşitli safhalarında, gerek Amerika’ya, gerek Sovyetler Birliğine ifade etmiş bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, 1973 yılında, Sovyetler Birliğinin toprakları üzerinde, sadece Avrupa’ya tevcih edilmiş çok başlıklı nükleer füzeler yerleştirilmesiyle ortaya çıkan tırmanmaya karşılık, NATO, 1979’da aldığı bir kararla, “Bunlar kaldırılmadığı takdirde, NATO’nun da benzer silahları konuşlandırmaya başlayacağına” ilan ve Sovyetler Birliğini bu konuda müzakerelere davet etmiştir. Sovyetler Birliğinden olumlu cevap gelmemesi üzerine, NATO konuşlandırılmaları, 1983 yılında başlamıştır. Sovyetler Birliğinde, yeni yönetimin başlamasından sonra, şimdi, Washington Antlaşmasıyla tasfiyesi öngörülen silahlar, bilindiği gibi iki kategoriden oluşuyor: Bunlardan bir bölümü, uzun menzilli, (menzilleri 1 00 ila 5 500 kilometre) diğer bölümü ise, kısa, orta menzilli (menzilleri 500 ile 1 000 kilometre) silahlardır.

Amerika Birleşik devletleri ve Sovyetler Birliği liderleri arasında 1986 yılında Reykjavik’te varılan mutabakat, esas itibariyle, birinci kategori silahı kapsıyordu ve Asya’da ve Amerika Birleşik Devletlerinde 100’er nükleer başlık bırakılmasını öngörüyordu.

Türkiye, o tarihten itibaren, varılacak anlaşmanın, her iki kategorideki füzeleri de kapsamasını ve global nitelikte olmasını, yani Asya’da ve Amerika’daki bütün başlıkların da tasfiyesini ısrarla savunmuş ve bunu her vesileyle açıklamıştır.

Neticede, Washington’da varılan anlaşma, bizim bu görüşlerimize uygun bir şekilde sonuçlanmıştır. Eğer ilk mutabakat uygulanmış olsaydı, Türkiye bir ölçüde Batı Avrupa ülkelerinden de daha büyük nükleer tehdit altında kalmaya devam edecekti. Zira, mesela Asya topraklarında konuşlandırılmış orta, kısa menzilli nükleer füzelerin menzili içine giren tek NATO ülkesi Türkiye’dir. Bu bakımdan, Washington Antlaşmasını biz memnunlukla karşıladık; ancak, gene çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi, bu antlaşmayı tek başına yeterli görmüyoruz, bunu başka adımların da izlemesi gerektiğine inanıyoruz.

Silahsızlanma süreci bir bütün olduğuna göre, şimdi gündemde, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet stratejik füzelerinin yüzde 50 oranında indirimini öngören bir antlaşmanın yapılması meselesi vardır.

Biz, bir yandan INF Antlaşmasının süratle onaylanarak yürürlüğe girmesini, bir yandan da stratejik füzelerle ilgili antlaşmanın Başkan Reagan’ın Moskova ziyareti sırasında imzalanmasını temenni ediyoruz.

Aynı zamanda, Cenevre’de müzakereleri yürütülen ve kimyasal silahların dünyadan tamamen tasfiyesini öngören anlaşmanın bir an önce sonuçlandırılması da en samimi dileğimizdir.

Şu hususu da yüksek huzurunuzda bilhassa vurgulamak isterim: INF’lerin ortadan kaldırılması, Avrupa’da, konvansiyonel alanda mevcut dengesizliği büsbütün ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bunun en çok hissedildiği bölgelerden biri, ittifakın güneydoğu kanadıdır; yani , Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgedir.

Bizim bölgemizde, Varşova Paktı askeri kuvvetlerinin hem sayıca, hem de nitelikçe bariz üstünlüğü vardır. Sovyetler Birliği Lideri Gorbaçov’un bir süre önce bu konuda verdiği demeç, bazı haklı kuşkular uyandırdı, yanlış anlamalara yol açtı.

Sovyet Lideri, güney bölgede NATO’nun üstünlüğünden söz ediyordu. Bunun ne anlama geldiğini Sovyet yetkililere sorduk. Bize, “Gorbaçov’un Akdeniz’e sahildar bütün NATO ülkelerindeki toplam gücü ve Amerika’nın Akdeniz’deki mevcudiyetini kastettiğini” söylediler. Zaten aksini düşünmek, yani, Türkiye’nin askeri gücünün Sovyetler’den üstün olduğunu iddia etmek, mümkün değildir.

Şimdi, gündemimizdeki en önemli konulardan biri, bu konvansiyonel dengesizliğin nasıl ortadan kaldırılacağıdır. Bildiğiniz gibi, Orta Avrupa’da karşılıklı ve dengeli kuvvet indirimini öngören görüşmeler on dört seneden beri, Viyana’da devam ediyor ve henüz ortada elle tutulur bir sonuç yoktur. Şimdi NATO ve Varşova Paktı ülkelerinin temsilcileri, yeni bir milletlerarası konferansın görev belgesini hazırlıyorlar. Amaç, Atlantik’ten Ural’lara Avrupa’da konvansiyonel kuvvetlerde denge ve istikrar sağlamaktır, sürpriz taarruz ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Bu çalışmalara biz de aktif biçimde katılıyoruz. Bu alanda, makul bir süre içinde anlaşmaya varılmasını samimiyetle temenni ediyoruz; ancak, geçmiş tecrübeler, geleceği yönelik beklentilerimizde ihtiyatlı ve sabırlı bir yaklaşım benimsememizin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.

NATO olarak üzerinde mutabakata vardığımız hususlardan birisi, bu silahsızlanma çalışmalarının herhangi bir safhasında üye ülkelerin hiçbirinin güvenliğinin olumsuz yönde etkilenmemesi, bilakis, güvenliğinin artırılmasıdır. Bu konuyu en büyük hassasiyetle takip ettiğimizi huzurunuzda açıkça ifade etmek isterim.

INF Antlaşmasının NATO’nun mevcut stratejisinde değişikliğe yol açmayacağı, esnek mukabele ve ileri savunma konseptlerinin aynen muhafaza edileceği, NATO’nun resmi bildirilerinde açıkça ifade edilmiştir. Bu bakımdan, ittifakın yeni bir strateji arayışı içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla beraber, INF’lerin kaldırılması sonucunda, daha da bariz hale gelen konvansiyonel dengesizlik, Türkiye’nin konvansiyonel gücünü takviye ihtiyacını yeniden ve açık biçimde ortaya koymuştur. Bu, gerek Türkiye’nin, gerek NATO’nun güvenliğini yeterli düzeyde sürdürmesinin tabii bir icabıdır ve konvansiyonel denge sağlanıncaya kadar, bu ihtiyaç da devam edecektir. Bu bakımdan, müttefiklerimizin, Türk Ordusunun modernleşme çabalarına daha fazla katkıda bulunmalarını bekliyoruz. Bu görüşlerimizi ilgili devletlere en açık şekilde ifade ediyoruz.

Bu vesileyle, konvansiyonel dengesizliği gidermek için, Türkiye’ye ilave taktik nükleer silah yerleştirilmesi konusunda bazı çevrelerce ısrarla yürütülen söylentilere de huzurunuzda cevap vermek isterim.

Hükümetimizin bu konudaki tutumu açıktır. Türkiye’nin nükleer politikasında bir değişiklik söz konusu değildir. Biraz önce sözünü ettiğim NATO’nun, esnek mukabele stratejisi, ittifakın, konvansiyonel silahların yanı sıra nükleer silahlardan da yararlanmasını öngörmektedir. Türkiye’nin savunmasına yönelik olan ve ülkemizin özel şartlarını da önemle dikkate alan, makul ve müessese nükleer taahhütlerimizde herhangi bir değişiklik yapılması söz konusu değildir.

NATO’nun bu konuda Türkiye’ye baskı yaptığı yolundaki iddialar da gerçek dışıdır. Bir kere, NATO’nun herhangi bir karar alması, ancak oybirliğiyle mümkündür. Yani, Türkiye’nin mutabakatı olmadan NATO’nun herhangi bir konuda karar alması söz konusu olamaz.

İkincisi: Konuşmamın başında da söyledim. Türkiye, baskıyla iş yaptırılacak ülke değildir. Hiçbir Türk Hükümeti baskı altında karar almaz. Bunun, yurt içinde ve yurt dışında herkesçe ve çok iyi anlaşılması lazımdır. Bazı yabancı uzmanların, yabancı yetkililerin zaman zaman gazetelerde çıkan demeçlerini okuyoruz. Tabii, herkes görüşlerini söylemekte serbesttir; ancak, Türkiye’nin ve NATO’nun bölgedeki güvenliğiyle bu kadar ilgili olanların, ittifakın savunma tertiplerinde gedik açan Ege’deki komuta kontrol düzenlemelerinin uygulanmamasındaki eksikliği de aynı hassasiyetle dile getirmelerini bekliyoruz; Türkiye’ye askeri yardımın kısılması için çaba gösteren çevrelere aynı hassasiyetle kamuoyu önünde tepki göstermelerini bekliyoruz ve nihayet, ittifak üyeleri arasındaki yük paylaşılmasında ve risk paylaşılmasında aynı duyarlılığı göstermelerini bekliyoruz.

Resmi sıfat taşıyanlar, aynı zamanda temsil ettikleri örgütün de görüşlerini, yansıtıyor farz edilirler. Bu bakımdan, kamuoyunda haklı hassasiyet uyandırabilecek ve yanlış anlamalara yol açabilecek beyanlarda bulunmaktan kaçınmalarını taşıdığı önem ortadadır.

26 Ocak günü Yüce Meclisin huzurunda söz alan bazı sayın muhalefet milletvekilleri, bu konudaki görüşlerini ifade ettiler.

Bir defa daha vurgulamak isterim ki, cumhuriyet hükümetleri, milli menfaatlarımızı ilgilendiren konularda daima dikkatli ve kararlı bir tutum izlemişlerdir. Bu gibi konularda, şu veya bu söylentiyi dikkate alarak yanlış değerlendirmeler yapılmamasını bilhassa rica ediyorum.

Türkiye’nin, farkına varılmadan yeni risklerin ve yeni sorumlulukların içine sokulabileceğini düşünmek mümkün değildir. Gerek Hükümetimizin, gerek sivil ve askeri yetkililerimizin, bu konularda büyük bir titizlik içinde hareket ettiklerine, Yüce Meclisin huzurunda bir defa daha işaret etmek isterim.

Kısa menzilli nükleer silahlarla ilgili politikamızda herhangi bir değişikli olmadığını biraz önce arz ettim. Bu konuda spekülasyonlara itibar etmemek lazımdır.

Aynı şekilde, İspanya’da bulunan üslerdeki bazı Amerikan uçaklarının Türkiye’ye nakledilmesi için Amerika Birleşik Devletlerinin, Hükümetimden talepte bulunduğu yolundaki iddialar da, gerçek dışıdır, hayal mahsulüdür.

Genel görüşme önerisinde, Sayın Başbakanımızın, Yunanistan Başbakanı Sayın Papandreu ile Davos’ta yaptığı görüşme hakkında da bazı sorular yer alıyoruz. Bu konudaki spekülasyonların hiçbir ciddi dayanağı bulunmadığı artık anlaşılmıştır.

Biz, iki komşu ve müttefik ülke Başbakanlarının buluşmalarını, gerginliklerin giderilmesi, tarafların çeşitli konulardaki tutumlarının daha iyi anlaşılması ve mevcut meselelerin çözümü için uygun bir siyasi ortam yaratılması açılarından yararlı ve önemli bir gelişme olarak mütalaa ettik.

Şunu bilhassa belirtmek isterim ki, Türkiye, iki ülke arasındaki meselelerin diyalog ve müzakere yoluyla çözümünden yana olduğunu, daima ifade etmiştir. Bu bakımdan, biz Davos buluşmasını bu istikamette önemli bir gelişme olarak gördük,; ancak, unutmayalım ki, diyalog ve müzakere başlı başına bir amaç değil, sadece araçtır. Bu itibarla, sırf, Yunanistan ile buluşmak için, Türkiye’nin temel görüşlerinden şu veya bu şekilde taviz vermiş olabileceğini düşünmek dahi yanlıştır.

Davos’ta, görüşmeler açık kalple ve iyi niyetle cereyan etmiştir. İki taraf, mevcut sorunlar hakkında görüşlerini açıklamış; gerek bu sorunların çözümü, gerek işbirliği imkanlarının araştırılması için kurulacak mekanizmalar hakkında görüş birliğine varmışlardır. Yayımlanan ortak bildiride de belirtildiği gibi, uzun bir süredir birikmiş olan ikili sorunlara ilişkin görüş ayrılıklarının ortadan kaldırılması, zaman, iyi niyet ve çok çalışma gerektirecektir. Müzakereler sırasında, Başbakanlar bundan böyle, 1987 Mart ayında vuku bulan krizin tekrarlanmaması ve iki taraf arasında barışçı ve kalıcı ilişkiler kurulabilmesi için, gayretlerin yoğunlaştırılmasını kararlaştırmışlardır. Bu yakınlaşmanın sağlanması için kararlılık ve sürekli gayret gösterilmesine olan ihtiyaç vurgulanmıştır. Esas olan, iki ülke arasında karşılıklı güven ortamının bir an önce kurulmasıdır.

Başbakanlar, iki komite kurmayı kararlaştırmışlardır. Bunlardan birisi, ekonomik işbirliği, ortak teşebbüs, ticaret, turizm, haberleşme ve kültürel mübadele gibi işbirliği imkanlarını araştıracaktır.

İki ülke arasında resmi gayri resmi gayri resmi her düzeyde temas teşvik edilecek, söz konusu iki komitenin faaliyetleri, Başbakanların yılda en az iki defa yapacakları toplantılarda gözden geçirilecektir.

Ayrıca, buhran sırasında iletişim eksikliğini gidermek üzere, iki ülke Başbakanları arasında bir muhabere hattı kurulacaktır.

Davos’ta oluşmuş bulunan yapıcı ve iyi niyetli havanın, bundan sonraki, dönemde de ilişkilere hakim olmasını temenni etmekteyiz.

Sayın milletvekilleri, önergede Davos’la bağlantılı olarak yer alan bir diğer konu da Kıbrıs konusudur.

Sunu hemen belirtmek isterim ki, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının temel unsurları, zaman içerisinde devamlılığa ve tutarlılığa sahiptir. Tüm dünyaya açıklamış olduğumuz bu politikalarda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.

Kıbrıs konusu, bizce, Ada’daki iki toplum tarafından görüşülüp çözüme kavuşturulacak bir meseledir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin 29 Mart 1986 tarihli çerçeve antlaşma taslağı, bu meselenin çözümü için en uygun formülü teşkil etmektedir. Türkiye, Kıbrıs Türklerinin bu çerçeve antlaşmayı kabul etmesini memnunlukla karşılamıştır.

Sayın Başbakanımız, Davos’a gitmeden önce, Ana Muhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanı ve üst düzey yöneticilerinin görüşme taleplerini kabul etmiş; kendilerine, Türk – Yunan münasebetlerini nasıl gördüğümüz hususunda bilgi vermiş ve onların da görüşlerini alma fırsatını bulmuştur. Tabiatıyla, Davos Toplantısından sonra da, muhalefet partileriyle temaslarımız devam edecektir.

Genel görüşme önergesinde bir de SEİA Antlaşması konusuna değinilmektedir. Kısaca ifade edeyim:

Bu antlaşma, 1970’lerin sonunda işbaşında olan hükümet tarafından müzakere edilmiş ve 1979 yılı sonunda görevi devralan hükümet zamanında imzalanarak yürürlüğe konulmuştur. Sayın Başbakanımız, hükümet programı görüşmeleri sırasında ifade ettiler; 1985 yılında süresi dolduğunda, biz bu antlaşmayı aynen uzatabilirdik; ama, öyle yapmadık; uygulamada görülen aksaklıkları düzeltmek, yabancı unsurların Türk – Amerikan ilişkilerine karıştırılmaması gerektiğini müştereken tescil ettirmek ve nihayet, Kongrede yapılan kesintileri telafi edecek ilave imkanları araştırmak amacıyla, Amerikalılarla, etraflı müzakerelerde bulunduk. Neticede, Türkiye’nin bu temel yaklaşımına yer veren bir metin üzerinde, Amerikan yönetimiyle mutabakata vardık ve ek mektubu imzaladık; ancak, daha sonra, Amerikan Kongresinin çeşitli komitelerindeki ve genel kurullarındaki bazı gelişmeler, Amerika’nın taahhütlerini ne ölçüde yerine getireceği hususunda, Türkiye’de haklı tereddütler doğurmuştur. Bunun için, Kongredeki gelişmelerin sonuçlanmasını beklemeyi tercih ettik.

1988 Yılı Dış yardım Yasası Kongrede kabul edilmiştir; ancak, yardım miktarı, ihtiyaçlarımızın gerisindedir. Ayrıca, bu yasa içinde yer alan eski FMS borçlarının geri ödenmesi ve İttifakın güney bölgesi ülkelerine verilecek ihtiyaç fazlası askeri malzeme gibi konularda, henüz açıklığa kavuşmamış önemli noktalar mevcuttur. Önümüzdeki aylarda, bu hususların, Amerikan yönetiminin çıkaracağı yönetmeliklerle ve alacağı kararlarla vuzuha kavuşmasını bekliyoruz.

Hükümet olarak, ek mektubun onaylanmasına ilişkin tutumuzu, bütün bu konularda ortaya çıkacak nihai durumu dikkate alarak tespit edeceğiz.

Önerge sahipleri, Türk – Amerikan ilişkilerindeki bazı şikayet konularından söz ediyorlar. Hükümet olarak, Amerika ile ilişkilerimizde mevcut olan sorunları dile getirmekten hiçbir zaman çekinmedik; ancak, bu ilişkileri bir bütünlük ve belli bir zaman perspektifi içinde değerlendirmek, sağlanmış bulunan bazı olumlu sonuçları da gözden uzak tutmamak gerekir.

Biz Hükümet olarak, bu münasebetleri ortak çıkarlara hizmet edecek karşılıklı taahhütler dengesine oturtmak için her türlü gayreti samimiyetle göstermeye devam edeceğiz.

Sayın milletvekilleri, önergede yer alan hususlar hakkında Hükümetimin temel görüşlerini huzurunuzda ifade etmiş bulunuyorum. Hükümet olarak, bu safhada, Yüce Mecliste bir genel görüşme açılmasını lüzumuna kani olmuş değiliz; ancak, takdir yüce heyetinizindir.

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)