DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN MESUT YILMAZ'IN
SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI KONUSUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

11 Ekim 1989 Çarşamba

* * *

DIŞİŞLERİ BAKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri Senatosu Azınlık Grubu Lideri Robert Dole, Senatoya bir karar tasarısı sunarak, 24 Nisan 1990 tarihinin, sözde soykırımı anma günü olarak kabul ve ilan edilmesini istemiştir.

Nitekim, dün de, Amerika Birleşik devletleri Temsilciler Meclisine aynı paralelde bir karar tasarısı sunulmuş bulunmaktadır.

Senato ve Temsilciler Meclisi üyeleri, bu yönde bir tasarıya oy verdikleri takdirde, bundan yetmiş beş yıl önce, yani muhtemelen kendileri henüz dünyaya gelmeden Washington’dan on binlerce kilometre uzaklıktaki bir bölgede, soykırımı gibi, insanlığın en iğrenç suçlarından biri olarak kabul edilen bir fiilin, Türk Milleti tarafından işlenmiş olduğuna karar vermiş olacaklardır.

Büyük bir olasılıkla, ne sözde Ermeni meselesinin içeriği, ne Osmanlı ve Türk tarihi, ne de bölgede o tarihlerde mevcut sosyoekonomik düzen hakkında hiçbir inceleme ve araştırma yapma olanağı bulunmayan kimselerin, kendilerini, bir tarih mahkemesinin üyeleri yerine koyarak, temyiz imkanı bulunmayan bir kararla, bir milleti soykırım fiilinden suçlu ilan etmelerinin, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaştırılması mümkün değildir. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Amerikan Kongresi üyelerinin, tarih boyunca ezilen kitlelere kucak açmış; beş asır önce engizisyon mezaliminden ve elli yıl önce Nazi cinayetlerinden kaçak Musevilere iltica hakkı sağlamış, bugün hala çevre ülkelerden sığınanları bağrına basan, diğer dinlere mensup insanlara gösterdiği engin hoşgörüyle tarihe geçmiş bir milleti, soykırım suçunu işlemiş olmakla itham etmek yetkisini nereden aldıkları, bizim için cevaplandırılması güç bir sorudur.

Yüce Meclisin sayın üyeleri, soykırım suçu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 9 Aralık 1948’de kabul edilen ve 11 Ocak 1951’de yürürlüğe giren soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmede tarif edilmiştir. Bu sözleşmeye göre, böyle bir suçun sabit olması için, bütün şartların yerine gelmiş olması gerekir. Bu şartların en başında bir ırkı yok etme niyetinin mevcut bulunması gerekir. Diğer bir deyişle, soykırım suçunun işlenmiş olması için, bir hükümetin, milli, ırkı, dini veya etnik bir grubu yok etmeye karar vermiş olması ve bu kararını tatbik mevkiine koyması gerekir. Bunun içindir ki, Nazi Almanyasında, yasalara saygılı olarak yaşayan, kendi devletine karşı herhangi bir ayaklanmaya girişmeyen, silah olarak bir çakıya bile sahip bulunmayan bir toplumun, şuurlu bir şekilde yok edilmesi soykırım teşkil ederken, savaş halindeki ülkesine karşı, ayrı bir devlet kurmak amacıyla isyan eden, dişinden tırnağına kadar silahlanarak, vatandaşı olduğu ülkenin askerini arkadan vuran, hatta düşman ordusu saflarına katılan bir azınlığın, savaş alanı dışına kaydırılmasına, aynı sıfat elbette ki yakıştırılamaz. Bu iki olay arasında bir benzetme dahi, günahsız Yahudi toplumunun anısına hareket teşkil eder.

Bir Ermeni yazarın, bulduğunu iddia ettiği, Talat Paşa tarafından Halep Valiliğine gönderilmiş, sözde soykırım talimatlarının sahteliği, artık hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ispatlanmıştır. Ayrıca, İstanbul’un işgali sırasında, işgal kuvvetleri, arşivlerde yaptıkları yoğun araştırmalara rağmen, Ermenilerin soykırımına tabi tutulduklarını gösteren hiçbir belgeye rastlayamamışlardır. Bu gerçekler karşısında, ben, Türk milletinin, tarihinin hiçbir döneminde, böyle bir suç işlemediğine olan kesin inancımı, huzurunuzda bir kere daha içtenlikle ifade etmek isterim. (Alkışlar) Bu inancımıza rağmen, bu kesin inancımıza rağmen, Hükümetimizin, bu konudaki bilimsel çalışmaların kolaylaştırılması amacıyla, açık ve iyi niyetli bir yaklaşımla, Osmanlı arşivlerinin, tasnif edilip, katalogları yapıldıkça, peyderpey, tarihçilerin, bilim adamlarının ve araştırmacıların tetkiklerine sunulması kararını aldığı, bu kararın tatbike konulmuş bulunduğu Yüce Meclisin malumlarıdır.

Her şeyden önce, 1895-1923 dönemine ilişkin olup, esasen, araştırmacılar tarafından kullanılmakta olan sayısız belgenin mevcut olduğunu da hatırlatmak isterim. Bunun dışında mevcut 80 ila 100 milyon belgenin, bilimsel bir tarzda düzenlenmesinin, belirli bir zamana ihtiyaç gösterdiği takdir buyurulacaktır. Bu işlem gerçekleştirilmeden sağlıklı bir araştırma yapmak da, tabiatıyla mümkün değildir.

Hükümetimiz, tasnif faaliyetlerinin süratle ikmaline büyük önem vermekte ve çalışmalar büyük bir hızla ilerlemektedir. Halen tetkike açılan 1691-1895 döneminden sonra, 1895-1923 döneminin de en çok iki-üç yıl içinde tetkike açılmasına çalışılmaktadır.

Malum çevreler, arşiv belgelerinin tümünü tetkike açılmasıyla, soykırım iddialarının her türlü dayanaktan yoksun kalacağı bilinciyle, Amerikan Kongresinden bir an önce bir karar çıkarma çabalarına hız vermişlerdir. Hemen her yıl karşımıza yeni tasarılarla çıkılmasının sebebini de burada aramak gerekir. Oysa, her biri, kendi dalında değerli çalışmalarıyla tanınan Amerikalı 69 bilim adamı, yayınladıkları ortak bildiride, ortada tartışmalı bir tarihi sorunun var olduğunu; bu soruna, ancak, arşiv belgelerini inceleyerek bilim adamlarının açıklık getirebileceğini, siyasetçilerin bu hususta karar vermelerinin hatalı bir davranış olacağını belirtmişlerdi. Sağduyuya dayanan bu çağrıya rağmen, her türlü temelden yoksun birtakım iddiaları mesnet addederek, Türk Milletinin hissiyatını rencide eden ve küçük iç politika hesaplarının etkisinde kalan davranışların, kanun koyuculuğu gibi ulvi bir görev üstlenmiş olana yasama organlarına hiçbir şekilde yakışmadığı kuşkusuzdur. Bu kabil teşebbüslerin, dünya barışına ve ülkelerimiz arasında mevcut ilişkilere katkıda bulunmayacağı da açıktır.

Ayrıca, böyle bir karar tasarısının kabulünü, bugüne değin Türk veya yabancı 72 kişinin ölümüne yol açan terör eylemlerinin mükafatlandırılması olarak görmemek de mümkün değildir. Terör eylemcileri, haklı olarak, bu kararı, kendi faaliyetlerinin parlak bir sonucu olarak memnunlukla karşılayacaklardır. Her türlü eylem terörüne karşı olduğunu daima en kuvvetli biçimde vurgulayan Amerikan Kongresinin sözleri ve işlemleri arasındaki çelişki, şüphesiz, bazı çevrelerin dikkatinden kaçmayacak ve bu çevreler, korkarım ki, Amerika’nın bu tutumundan gerekli sonuçları çıkaracaklardır.

Sayın milletvekilleri, dikkatinize sunmak istediğim diğer vahim bir husus, Türk kamuoyunun zihninde, Amerikan Kongresinin tutumu muvacehesinde iki ülke arasındaki işbirliğinin nasıl devam edeceği konusunda ciddi bir soru işaretinin giderek kökleşmeye başlamış olmasıdır.

Türkiye’nin güvenlik politikasında, Amerika Birleşik Devletleriyle olan ittifak bağlarının ve dostluk ilişkilerinin önemli bir yeri vardır. Hükümetimiz, bu bağlara itina gösterdiğini, bunları korumak istediğini defaatle vurgulamıştır; ancak, her demokratik ülkede olduğu gibi, memleketimizde de, hükümetler, milletimizin haklı olarak göstereceği tepki ve infiale kulak tıkayamazlar. Türk Milletini soykırım işlemiş olmakla suçlayan bir kararın da, bu çerçevede Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerimizde tamiri imkansız yaralar açması ve sonucu önceden kestirilemeyecek gelişmeler yaratması kaçınılmaz olacaktır. Bu husus, gerek Amerika Birleşik Devletleri yönetimine, gerekse Kongre üyelerine defaatle izah olunmuştur. Bizzat Sayın cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız tarafından Amerika Birleşik devletleri Başkanına birer mesaj gönderilerek, haklı endişelerimiz kendisine duyurulmuştur. Yüce Meclisin değerli üyelerinin hislerine tercüman olan bir mesaj da, Meclisimizin Sayın Başkanı tarafından Amerika Birleşik Devletleri Senatosu çoğunluk liderine gönderilmiştir. Ankara ve Washington’da, aydınlatma faaliyetlerimiz aralıksız sürdürülmektedir.

Sayın milletvekilleri, Amerikan Kongresinin değerli üyelerinin, küçük siyasi çıkar endişelerinden arınmış olarak, Tür-Amerikan ilişkilerinin korunması ve daha da geliştirilmesi görevinin sadece Türk tarafına ait olmadığını ve bu konuda iki tarafın da iyi niyetle çaba göstermesi gerektiğinin bilinici içinde sorumlu ve sağduyulu bir davranış sergileyeceklerine inanmak istiyor ve önümüzdeki günlerin bu inançları boşa çıkarmayacağını umuyorum.

Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (“Bravo” sesleri, alkışlar)